AZERBAYCAN- ZAGATALA - GEZİ NOTLARIM. Öyle Bir nesil düşününki masal yerine nenesini dedesinin anlattığı anıları ile büyüsün, onların özlemleri hayalleri çocuklarının hayali olsun. Evet, böyle bir ortamda anlatılanları zihninizde tasavvur etmek gözünüzde canlandırmak nasıldır bilirsiniz. Sanki bir başkasının
Renk Değiştiren Gözler: Gerçekler ve Mitler. 5 dakika. Göz rengi vücudun melanin üretimine bağlıdır. İlk yıldan sonra göz rengindeki değişiklikler nadirdir ancak imkansız değildir. Bu makalede, bu konuyla ilgili gerçekleri ve mitleri öğrenmenize yardımcı olacağız. Göz rengi, tıpkı ten ve saç rengi gibi, bir bireyin
Cenaze; ölü, tabut veya teneşir anlamına gelir. Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu mevtâ), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabuta konulup musallâya yani namazın kılınacağı yere ve
Stresimeiyi geliyor. Can sıkıntıma iyi geliyor. Rahatlatıyor. Konsantrasyonumu arttırıyor. Alışkanlık. Sosyalleşme. Kilo kontrolü sağlıyor. Şu an “benim durumum çok farklı”, benim için bunların hiç biri geçerli değil diyenleri duyar gibi olduk. Evet, Binlerce tiryakiye neden sigara içtikleri sorulduğunda, yanıtlar
Geçen ay düzenlenen o deneyde, bilim insanları 87 yaşındaki epilepsi hastasını incelemek için elektroensefalografi (EEG) cihazı kullanmıştı. Ancak hasta kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmiş ve Bu beklenmedik olay, bilim insanlarının ilk kez ölen bir kişinin beyin aktivitesini kaydetmesini sağlamıştı.
Ölenkişinin elleri, dizleri ve gözleri düzeltilir. Ölen kişi eğer gözleri açık bir şekilde ölmüş ise bir yakınına hasret gitmiş şeklinde kabul edilmektedir. Ölen kişinin yakını ise camiye giderek haber verir ve halka duyurmak amaçlı sela okunur. Ölen kişi erkekse cenazeyi yıkamak için imam, kadın ise yıkama işini
lGvN. bir insana aşık olduğumuzda, yaşadığımız dünyayı her şeye rağmen sevebildiğimizi görürüz. kaktüsünden begonyasına, kunduzundan tapirine, ördeğinden leyleğine, tinercisinden pezevengine hatta gel gör ki nadiren de olsa canan arıtman'ına kadar nefes alan; canlılığı bir ironiyi, varlığı ve hayatı çağrıştıran her şey bir mutlu olma sebebidir o zaman. zira her biri gözümüze artık ilginç, eğlenceli, güzel, sevimli, renkli gelen tüm varlıklar aşk halinde hissettiğimiz -duvara karşı’ olsa bile- bir duyguyu köküne kadar yaşama isteğinin bir uzantısı olarak; bizleri, çağrıştırdıkları hissiyatları sonuna kadar yaşamaya davet ederler. birini seviyorsak eğer en fena kâbuslar, berbat iş saatleri, yan daireden olur olmaz saatlerde gelen sevişme sesleri veya karşılıklı bağırışmalar, cep telefonumuzun megapikseli, fosseptik çukuruna dönüşmüş hayatımız, korsan filmlerin kayıt kalitesi, şehrin tüm o çirkin yanları, bir şeylerin markası, radyonun cızırtısı ya da otobüslerin kalabalıklığı umurumuzda değildir artık. nefes alan şehir, nefes alan kalabalıklar, bir melodik bir ses veren her şey; uçan, yüzen ve bir telaş halinde bir yerden başka bir yere ulaşmak isteyen her canlı bir mutluluk sebebidir. öyledir çünkü artık biz sabahları kalktığımızda, kahvaltı yaparken, gazete okurken, akşama “o”na tekrar sarılma umuduyla işe giderken yüzümüzde saçma sapan bir şapşallıkla nefes aldığımızı hissederiz. hatta bir süre sonra yerini başka şeylere bırakacak bu hislere, özellikle de nefes aldığımızı hissettiğimize şaşırız bile ilk başlarda. varoluş sarmalında içinde bulunduğumuz an bağımlısı olacağını hissettiğimiz; cezmi ersöz stiliyle radyoda şiir okuyan adam sesi’ vasıtasıyla da anlamını yitirmiş bu salya sümük romantizm bizim var ve yok arasında, iki dünya aralığında, bir anı milyonlara bölerek yaşayabildiğimizi idrak ettiğimiz ender ve tabii ki ömür boyu “aynısından bi daha keşke” diye yalvaracağımız bir halet-i ruhiyedir. nefes almak o anlarda her nefeste yeniden varolmak, her nefeste yeniden hissetmekle birlikte can veren bir elektro anlamda nefes aldığını hissetmek zamanı durdurmaktır. çünkü artık her anın farkında olmak ve bu anın içerdiği duyguları sonuna kadar hissetmek isteyen canlılığımız, her nefeste yeniden canlanarak daha diri, daha zinde, daha bilinçle seyretmeye başlar alemi. o zaman biliriz ki, nefes alabilmek ve biliriz ki bizim nefes almamızı sağlayan şey, bu dünyada başımıza gelen en güzel boyunca nefesin ne yüce bir olgu olduğunu anlatmaya çalışmıştır insanoğlu. kutsal kitaplarda nefesin ilahiliğinden bahsedilir, usta bize nefesinden üflemiştir, tasavvufta nefes farkındalığı en önemli şeydir, reiki’de ya da toptan tüm meditasyon araçlarında nefes kontrolü birinci öğedir, bektaşiler için nefes şiirdir. batı dünyasının ilk filozoflarından miletoslu doğa bilimcisi ve fizikçi anaksimenes ruh kavramından ilk bahseden filozof olmasının yanında ruhun insanın nefesi olduğunu söylerken, töz olarak tanımladığı nefesi "ilk öğe" dediği hava ile eşleştirmiştir. bizi yaşatan, bizi değiştiren, bizi öldüren şeydir have ve dolayısıyla nefes. ilk nefes ile yeni dünyayı içimize alıp bir ömre gelirken, son nefes ile bir meçhule gideriz. ve fakat hayatımızda neredeyse hiç farkında olmadığımız bir şeydir nefes. bir alışanlıktan öte, yaşamaya devam edebilmemizin tek şartıdır aslında lâkin umurumuzda da değildir; ta ki bizi ne kadar değiştirebileceğini hissedeceğimiz zamana kadar. “mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır.” `-` mevlanasadece bizi değiştirmekle kalmaz nefes, aldığımız bir nefes etrafımızdaki her şeyi, verdiğimiz bir nefes etraftakilerin tümünü değiştirebilir. bütün taşları yerinden oynatmasa bile, aynayı buğulandırır ki, ayna bilinçtir, ötekilerdir ve insanın, bir yandan çok severken bir yandan da görmeye katlanamadığı şeytani kendisinin aynı zaman dilimine düşen para karşılığı nefes almayı öğrettiğini iddia eden modern inanç tüccarlarına koşmak, hemen gidip “maltepe nefes okulu’na kaydolmak” gerekliliği çıkarılmasın. hadi hep beraber gidip inisiye olalım’ da demeyeceğim elbette. bunca laf kalabalığıyla günde kez yaptığımız eylemin ne kadar farkında olduğumuzu sorgulamak derdim sadece. ve tabii ki bir de, bizi bu farkındalığa sürükleyen ya da gözlerimizi, zihnimizi, hislerimizi lavabo aç ile açılmış gibi birden genişleten şeyin ne olduğu konusu mühim. tonlarca hayatın ortasında, kimden ve neden ve ne kadar etkilendiğini bilmediğimiz bir hayat yaşıyoruz ve aynı bilinçle sadece bir tane ömrümüz var. bu ömrü pişman olmadan, vicdanımız tarafından boğulmadan, serkeş misali çile çekmeden, kendimizi kandırtmadan, saçma sapan mevzulara adamadan, kölelik tasmasına ses çıkarmadığımızdan dolayı sınırların ötesine geçemeden, herhangi bir hisse-bir duyguya aç bir halde kaybetmeden; lafın kısası sıradan şeyler yaşayıp sıradan bir şekilde ölmeden önce yapabileceğimiz tek bir şey var halen nefes alıyor olduğumuza şartlarda aşıkken, seviyor ve nefes alıyorken bu dünya insana pek leziz gelir. fakat tabii ki “aşk acısı” da var. kavuşamayan âşıklarla ilgili bir dolu hikaye, roman biliriz ve her biri aşık veysel’in “seversin, kavuşamazsın aşk olur” sözünde sadeleşir aşağı yukarı. şahsen, kavuşamamanın acısını ve aşkını gayet iyi bilirim. ve şimdi, hayatımın şurasında, belki içindeyken fark edemedim ama dünyanın tüm ağırlığıyla omuzlarıma yüklendiği, kendimi iki arada bir derece boğduğum, kutsi ne varsa isyan etmeme sebep olan; böğrüme saplanmış bir bıçak, hayallerimi boğan acımasız bir katil, aklımı çalıp götüren bir soysuz olan aşıkken ayrılık acısı, hissedebildiğime mutlu olduğum en nefis duygulardan biri. zira ayrılığın acısını bilmesek, sevdiğimize kavuştuğumuz her ana bunca sevinemezdik. aşk acısı lâzımdır, zira acıyı yenmek için çabalamaya aracıdır. bu dünyada varolan hislerden bir tanesini daha topyekün yeniden hissettiğinde ve acıyı yenip yeniden doğduğunda yine ve artık eskisinden de lezizdir dünya. tabii doyarsan!çocukken izlediğimiz filmlerde, ölen birisinin gözlerinin açık olması önemli bir olaydı. eğer tüm aile, tam konsantrasyon halinde izliyorsak filmi ve filmde birisi gözleri açık ölmüşse, babam ya da annem kendilerini tutamaz “vay be! gözü açık gitti...” derlerdi. ilk defa, gözleri açık ölen bir insanı gördüğümde sanırım 5-6 yaşlarındaydım. erol evgin’in oynadığı bir filmdi meryem ve oğulları. haydutvari olaylara girse de iyi adam erol evgin. ilerleyen sahnelerde erol abi kurşun yağmuru altında öldürüldü ve bizim salonun arka sıralarından “vah vah... gözü açık gitti!” diye bir ses geldi. erol evgin’i pek seviyordum, o filmi ise sanki gerçek gibi izlemiştim. şimdi bile çok net hatırlıyorum filmi gerçek sandığımı. hayallerle dolu bu adam öldürülüp, “gözü açık gitti!” acımasını da duyunca, sanki erol evgin gerçekten ölmüş gibi saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. bizimkiler, “oğlum o film” deseler de, ben “bir film uğruna niye öldürdüler ya?” diye karşı çıkıyor, film nedir anlamıyordum. neşe dolu, hayalleri olan bir insan öldürülmüş ve dünyaya yaşlarındaydım, ailemizden birisi kanserden dolayı gözlerimin önünde gözleri açık öldü. dedemse, “dünyaya doyamadı, allah taksiratını affetsin” diyerek başında dua etti. bir süre sonra dedemin yanına gidip, “dede, niye böyle söyledin?” diye sordum. dedemse, “günahı çok olanlar gözleri açık ölür. o da allah günahlarını affetsin demek” diye cevap vermişti. zaten dedem için herkesin günahı çoktu. yine de film olsun, opera olsun, isterse serdar ortaç klibi olsun, gözleri açık ölen birisini gördüğümde, “dünyaya doyamamış, yazık” diye düşünürüm. yıllarca gözleri açık ölen herkes artık “günahkâr”dı benim için. bir gün, izlediğim bir başka filmde, gözleri açık ölen birisinin gözlerine para koyduklarını gördüm. izlediğim, türk filmlerinden alışık olduğum, allah’ın affına sığınarak ölünün gözlerini kapatma hadisesiyle alakası bile yoktu bu hareketin. sonradan öğrendim ki bir antik yunan geleneğiymiş bu. ölüleri styx ırmağından karşıya geçirip hades’in diyarına götürmesi için kayıkçı charon’un bahşişi oluyormuş bu para. eğer bu metelikler yoksa, charon’u kızdıran ruhlar karşı kıyaya geçemez, yüzlerce yıl oradan oraya savrulup başka romantik inanışa göre de insan öldükten sonra gözleri açılır ve ruhunun bedenden ayrılışını bunun ölüm gerçekleştiğinde vücut kas kontrolünü kaybettiği için göz kapaklarının doğal olarak yukarı kalkmasından olduğunu öğrendim. neredeyse herkes gözleri açık ölüyor. hatta çok yakınlarda gördüm ki, öyle filmlerdeki gibi elinle sihirli bir hareket yaptığında kapanmıyor o gözler. ne kadar kapatmaya çalışsan da kapanmıyor ve o fersiz bakış insanın içine işliyor. herhalde para koyma hadisesi de göz kapağını kapalı tutmak için bir ağırlık vazifesi görüyor sadece. bu benim için bir trajediydi. yaşamayı ve nefes almayı hiç yetmeyecek kadar sevdiğimden gözlerim açık öleceğim gibi kutsi bir sonun hayaliyle yaşıyordum. ardımdan böyle diyeceklerdi “dünyaya doyamadı!” şimdi biliyorum ki, kimsenin skinde olmayacak bu, sıradan bir kas kontrolü mevzuu işte. biliyorum, her ölünün gözleri açık, her kişi keşke bir nefes daha’ diye ciğeri yanarak gidiyor."korkunç, kâbus gibi bir rüyada ruhsal gerilimin en yüksek noktasına ulaştığımızda, dehşet bizi uyandırır, gecenin bütün canavarları dağılır. aynı şey, hayat düşünde de olur, dehşetin en azami haddi bizi ondan ayrılmaya zorlar." `-` schopenhauerkendi irademizle ölüme doğru ilerlerken ya da irademiz ölüme doğru seyrettiğinin farkındayken lee van cleef ruhu masanın altından çıkıp kulağıma fısıldasa inanmayacağım başka bir şey oluyor. öyle yüce, her şeyin üstünde, canlandıran, coşturan, insanı zamanın içinden pervasızca ve aldığı şekli önemsemeden akıp giden bir rüzgara, suya, ne bileyim işte böyle şeylere dönüştüren aşk duygusu, ölüm hissiyatının yanında bir bebeğin ilk adımı gibi beceriksizce, toy, müptedi bir şey. bu içinde hiçbir şeyi barındırmayan kocaman bir boşluk. aşk halinde umrumuzda olmayan o mesai saatleri, kâbuslar, korsan filmlerin kayıt kalitesi ve sevgilinin yüzü artık umrumuzda bile olamayacak kadar yoklar. bu boşlukta hiçbirine yer yok. an yok artık, takvim yok, zaman yok, yeni hiç bir şey yok. bir metafor değil bu, gerçekten yoklar, algılanamıyor. sadece hiçliğe teslim oluşun tuhaf kabullenmişliği; burnun üst tarafında, kemiklerde bir sızı gelip geçici; boğazda sabit bir tıkanıklık… ilk başlarda veda edemediğin insanlara bir şekilde ulaşma düşüncesi, sonrasında vedanın da bir önemi yok. bu arada artık yapay bir lamba ışığına tahammül etmek zorunda kalmayacak olmanın sevindirici olduğunu söyleyebilirim. artık ışığı kapatmak diye bir mefhum olmayacak. sırf çaresizce ve teslim olarak sevdiğin için aldatılamayacaksın mesela, sanmak gibi bir olasılık kalmayacak, birilerinin ikiyüzlülüğü artık önemsiz, o ruhsuz bayramlar, ezan sesleri, kilise çanları, çürük kabak çekirdeği, birbirini sevdiğini söyleyen iki kişinin birbirine oynadığı zalimce oyunlar, sigara parası denkleştirme derdi ve sahte yoğurtlar yoklar. yürümek geliyor içimden, her taraf koca koca, yemyeşil ağaçlarla çevrili olsun, sonbahar mı olsun, yapraklar yerlerde, yakışır böyle bir manzara gözlerime ölmeden önce. yok, gelip geçici bir umut ihtiyacı nefes. ne yaparsan yap, kendini ne kadar eğitirsen eğit bir nefesi bu kadar iyice hissedemezsin. gerçekten büyülü bir şey nefes almak, hele bunun tekrar gerçekleşmeyeceğini bilirken. her nefes alışta kendi kişisel tarihinden yerli yersiz içine çektiğin milyonlarca an ve her nefes verişte sanki hepsini bu dünyada birilerinin hatıralarına bırakıyormuşsun, artık taşımaktan yorulduğun tüm o güzel, mutlu, yalnız, çaresiz, zorlu, zorunlu, şüpheli, endişeli, neşeli ve seni bir şekilde anımsatacak anlardan kurtuluyormuşsun gibi. ne kadar çok şey var içinden geçtiğimiz. ne kadar şey olmuş içimizden geçen. ne kadar çok şeyi atmışız içimize. aynaya bakma hissiyatı son kez. karşındakini gerçekten tanımıyorsun, bildiğin sana çok uzak. korktuğum gibi değil, vicdanım rahat. o kadar uslu ve sakin ki şaşırıyorum. sanırım sunî bir şey bu, beynim mecburen rahat olmamı öğütlüyor. normal değil. bu da aslında hiçliğe tamamen teslim olma zamanının geldiğinin bir işareti olmalı. evet, kime hoşça kal desem? son kez nefes aldığımı kim duysa? ne fark eder? hemen yarın, ağızlarını şapırdatarak nodıllarını yerken bir gorilin osuruşuna gülüp, sıradaki şeye tıklamaya devam lafın gelişi belanı versin sevgilim. sıçtın hoşça lan kanıyor. oh. ah. ne güzel bir abi, köprü daha iyi. dur! kensıl! dokuyüzonbir miydi, kaçtı lan hızır acil, yüzaltmışıaltı? sikiym ilk defa ambulans çağıracağım, etrafı velveleye vermeseler bari. yüzellidört. yok, polis. polis olmaz. polisi bu işe karıştırma. yüzoniki hah. ah. manamanamanam. hastaneye kadar gözlerim açık gidebilirsem iyi. -hayat, duygulananlar için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir. -bruyere
Haberler > Yakınını Kaybeden Bir İnsanın Gözünden Hayata Devam Etmek - 0337 Yaşadığımız pek çok acıyı tarif edebiliriz. Elimizi kestiğimizde, kafamızı bir yere vurduğumuzda, dizimiz kanadığında, yaşadığımız acıya 1 ile 10 arasında bir değer verebiliriz. Ancak bir yakınımızı kaybettiğimizde bu acıyı tarif edebilmemiz mümkün değildir. Büyük kayıp Bu büyük acıdan sonra çok yüksek ihtimalle yaşayacağımız iki psikolojik durum var depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu. Daha düne kadar hayatımızda olan, her gün sesini duyduğumuz, yüzünü gördüğümüz insan bir anda hayatımızdan çıkıyor ve acımızla baş başa kalıyoruz. Bu tip olaylarda, hepimizin yas süreci bazen farklılıklar gösterse de tepki sıramız aynıdır. İnkar Önce inkar aşaması. Bazılarımız şok halinde, hiçbir şey olmamış gibi davranır. Onun hayatımızdan çıktığını asla kabul edemeyiz. Baş sağlığı dileyenlere “hayır o ölmedi” şeklinde tepkiler veririz. Kızgınlık Daha sonra kızgınlık aşaması gelir. “Neden ben?”, “neden bizim başımıza geldi bu?” soruları zihnimizden hiç çıkmaz. Yaşanan olayda bir adalet aramaya çalışırız. Kimi zaman da kendimizi suçlarız. “Oraya gitmesine izin vermeseydim bu olmazdı” “yanında olsaydım onu koruyabilirdim” “keşke onu engelleseydim” diye düşünüp suçu kendimize yıkmaya çalışıp, bir çıkış yolu bulmaya çalışırız. Olabilecek tüm ihtimalleri kurarız kafamızda. Sanki bu ihtimalleri düşünmek, yaşanmış olayı değiştirebilecekmiş gibi. Pazarlık Sonra yaşadığımız kaybı kabullenmemek için pazarlık ederiz. 'Onun yerine benim canımı al' , 'ona bir şey olmasaydı keşke ölen ben olsaydım' diyip mevcut durumu değiştirmek isteriz. Depresyon Sonra depresyon kendini iyice belli eder. Yavaş yavaş olayın farkına varırız ve gerçek üzüntü işte tam burada başlar. Onsuz bir dünyada yaşamak istemez, her gün, her an bu olaya isyan ederiz. İştahımız kesilir, uykularımız kaçar, her gece kabuslar görüp sıçrayarak uyanırız. Kabullenme Artık, hayatımızda onun olmadığını kabul etmeye ve gerçekle yüzleşmeye başlarız. Hayatımıza devam etmemiz gerektiğinin farkına varırız. Bizi seven, bize değer veren herkes, her gün nasıl eridiğimizi, nasıl tükendiğimizi görür. Her şeye rağmen, onlar için, kendimiz için, hayata kaldığımız yerden tekrar katılmamız gerektiğini anlarız. Depresyon aşamasına geldikten sonra, bu travmayı atlatmak için neler yapılabilir? Çevrenizden sık sık 'hayat devam ediyor', 'ölenle ölünmez' , 'emin ol o da hayatına devam etmeni isterdi' şeklinde cümleler duyacaksınız. Önce onlara kızacaksınız. Nasıl oluyor da hayatlarına devam edebiliyorlar anlayamayacaksınız fakat gerçekten de hayat bir şekilde devam ediyor. Onsuz, eksik, buruk ama devam ediyor. 1. Duygularınızı bastırmayın. Ağlama hissine karşı koymayın. Çok büyük bir acı yaşadınız. Ağlamak, isyan etmek çok normal tepkiler. Duygularınızı istediğiniz şekilde dışa vurun. 2. Ailenizle ve yakın çevrenizle vakit geçirin. Kaybettiğiniz canınız sizin için ne kadar kıymetliyse, siz de hayatınızdaki insanlar için o kadar kıymetlisiniz. Onlarla vakit geçirin. Acınızı, üzüntünüzü, kızgınlığınızı onlarla paylaşın. Acı, paylaşarak hafifler. Yalnız kalmayın. 3. Destek gruplarına katılın. Psikolojik yardım almadan, böylesi bir acıyı atlatmak kolay değildir. Sizinle aynı acıları yaşamış, bunları atlatıp hayatına devam etmiş insanlarla tanışmak, iletişim kurmak, size güç verecektir. 4. Bunun bir süreç olduğunu kabullenin ve sabredin. Sabahları uyanıp yeni bir güne başlamak istemeyeceksiniz. Yaptığınız her şey anlamsız gelecek. Yemek yemek, işe/okula gitmek, günlük hayata devam etmek, size anlamsız gelecek. Gerçekten hepsi geçiyor. Bu süreci atlatmak, onu unutmak anlamına gelmez. Acınızla yaşamayı ve her şeye rağmen hayata devam etmeyi öğrenmeniz gerek. 5. Onu, güzel hatıralarınızla anın. Birlikte gittiğiniz sinemayı, sadece ikinizin güldüğü, başka insanların anlam veremediği şakaları, yağmur altında eve koşarken nasıl da özgür hissettiğinizi, size basit bir omlet yaptığında bile onun, dünyanın en güzel yemeği olduğunu, birlikte gittiğiniz tatilleri, gülüşünün size nasıl yaşama sevinci verdiğini hatırlayın. Hayatın onunlayken muhteşem olduğunu, onsuzken de, hatıralarını düşünerek ne kadar güzel hissettirebileceğini unutmayın.
Contents1 Cenazeden sonra düğüne gidilir mi?2 Cenazeden sonra tv izlenir mi?3 Ölünün 7 gününde ne yapılır?4 Cenaze evinde kaç gün kalınır?5 Insan öldükten sonra ailesini görür mü?6 Cenaze evinde kaç gün yemek pişmez?7 Ölen kişi ilk gece evine gelir mi?8 Yas süreci ne kadar sürer?9 Vefat eden bir Müslümanın ardından hangi davranışlar yapılır?10 Ölünün 7 günü mezarda ne olur?11 Ölen kişinin gözleri neden açık kalır?12 Insan öldükten sonra mezarda ne olur?13 Taziye kaç gün olmalı?14 Taziye evi kaç gün sürer?15 Evde cenaze olunca ne yapmalı? Cenazeden sonra düğüne gidilir mi? -Ölen kişi genç ise cenaze sahibi düğüne çalgılı çengili yerlere gitmez. -“Gelinle cenaze beklemez, vakti gelince uçurulur” düşüncesi ile yaşamın devamını sağlayan her iki olayda adet ve gelenekler çerçevesinde gerçekleştirilir. Ancak düğünde eğlence yapılmaz. Cenazeden sonra tv izlenir mi? Kesinlikle ölünün arkasından yas tutulmaz, ölünün acı çektiğine inanılır. Cenaze çıkan ev süpürülmez. Ölüye hürmetsizlik olmaması için, cenaze evinde kırk gün tv, radyo türü sesli araçlar kısık dinlenir. İlk gün gelen, cenazeye gelen misafirlere yemek ikram edilir komşular getirir. Ölünün 7 gününde ne yapılır? Ölü evinin kendisi ve yakınları için kahvaltı yaptırılır. Ölünün 7. günü “pişi” yapılarak komşulara dağıtılır. 40. ve 52. günlerinde evde ya da camide mevlit okutulur. Evde okutulan mevlitte yemek verilir. Cenaze evinde kaç gün kalınır? Tâziye süresi, aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Tâziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır. Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk dönebilseler diye, üç günden sonra tâziye yapmak mekruh kabul edilmiştir. Ölü sahipleri yapılacak tâziyeleri kabul için üç gün süreyle evlerinde oturabilirler. Insan öldükten sonra ailesini görür mü? Ölen kimselerin ruhları, geride kalan aile bireylerini görür. Evde de onun ruhu için dua etsen o bundan haberdar olur. Ama kabrine gittiğin zaman başında veya ayak ucunda durman fark etmez. Cenaze evinde kaç gün yemek pişmez? Cenazenin çıkmış olduğu eve normalde bizim töremizde, geleneğimizde, örf ve adetlerimizde 3 gün orada yemek pişmez. Ölen kişi ilk gece evine gelir mi? Ruh, kişi öldükten sonra “lamba yanıyor mu, evim kalabalık mı, oturuyorlar mı ” diye gelip bakarmış. Ruh, bedenden insan ölür ölmez çıkar, ruh bedenden ayrıdır, ruh çıkar beden kalır. Gurbette ölenin ruhu evine gider. Ruh, evine her zaman gelir; ruh genellikle Cuma akşamları ve bayram akşamları gelir. Yas süreci ne kadar sürer? Normal yas süreci genelde altı ile yirmi dört ay kadar sürer ve zaman içinde yatışır. Yas sürecinin ileri dönemlerinde bu yaşantıların sürmesi patolojik yasın belirtisi olabilir. Patolojik yas; genel olarak yas tepkilerinde gecikme ya da uzama durumunda ortaya çıkar. Vefat eden bir Müslümanın ardından hangi davranışlar yapılır? Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar günahlarının affedilmesini talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak uygundur. Ölünün 7 günü mezarda ne olur? Belli günlerde yapılan tüm uygulamalar ölünün öbür dünyada rahat etmesi, azap çekmemesi içindir. Cenaze gömüldükten yaklaşık yedi gün sonra, ölen kişinin yaşarken kılmadığı namazların, tutmadığı oruçların, yerine getirmediği ibadetlerin ve borçlarının hatim ıskatı yapılır. Ölen kişinin gözleri neden açık kalır? Buna göre ölünün gözlerinin açık kalmasının sebebi ruhun bedenden ayrılışı ile ilgilidir. Ruh bedeni terk edince gözlerde ayrılışını izler. Ruh bedeni terk etmekle beraber her şey bittiğinden kişinin gözlerini kapatmaya mecali kalmaz böylece gözler açık gider. Insan öldükten sonra mezarda ne olur? Mezara konulan kişinin ruhu o esnada vücudun içinde değildir. Kişi iyi bir insansa ruhunu rahmet melekleri’ teslim alırlar. Onu semanın en üst noktalarına doğru götürürler. Ölen kişi kötü bir insansa azap melekleri’ onu teslim alırlar ve yerin alt tabakalarına doğru taşırlar. Taziye kaç gün olmalı? Taziyeye gelenler Fatiha okurlar ve “Allah affetsin, Allah imanınızı kamil etsin, Allah sabırlar versin, kalanların başı sağ olsun “ gibi dilekler ile teselli ederler. Çoğunlukla taziye üç gün sürer. Taziye evi kaç gün sürer? Cenazenin kaldırılmasından sonra üç gün süre ile cenaze evinde taziye için oturulur. Bu süre köylerde daha uzun sürer. Bu süre içerisinde evde yemek pişmez akraba ve komşular tarafından hazırlanan yemekler üç gün boyunca cenaze evine getirilir. Taziyeye genelde toplu olarak gelinir. Evde cenaze olunca ne yapmalı? Ölüm olayı evde meydana gelmiş ise; Alo 188 Cenaze Hizmetleri Hattı aranarak vefat durumuna ilişkin bilgi verilir. Vatandaşlarımız Alo 188 Cenaze Hizmetleri Hattı tarafından bağlı bulunulan İlçe Belediye Tabipliğine yönlendirilir ve aynı zamanda cenazenin bulunduğu bölgeye cenaze aracı gönderilir.
Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? mezarına gelenleri görebilir mi? Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? Mezarına gelenleri görebilir mi? Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermizden öğreniriz.
ölen kişinin gözleri neden açık kalır