Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terk etmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Ehli Bidat Hocalardan 47 Tanesi Deşifre Edildi (Sapık Hocalar) NOT: Okuyucu kardeşim lütfen bu yazımızı okumadan bizi eleştirme! İngilizler, 1730 ve daha sonraki yıllarda Hempır, Lovrıns ve onun gibi binlerce casus yetiştirerek Osmanlı ve tüm İslam alemi içine soktuğu casusları sayesinde kan ve gözyaşı dökülmesine Fakat dinden uzak toplumlarda tüm ilişkiler menfaate dayalı olduğu için bu dostu bulması mümkün değildir. Hatta bu insanlar birbirlerine yardım etmek bir yana, yıllarca dost sandıkları kişilerin gerçek yüzleriyle bu dönemlerde karşılaşırlar. Zorluk çeken kişiye bu dönemlerinde bir de onlar sıkıntı verirler. Cevap: Dînden çıkaran şirk: Kişinin Allah ile beraber kendisine ibâdet ettiği, rukû', secde, kurban kesme, oruç ve benzerleri ile kendisine yaklaşmaya çalıştığı bir ilâh edinmesidir. Ya da kişinin, kendisinden istiğâsede ve yardım isteğinde bulunduğu bir rab edinmesidir. Birincisi: Ulûhiyyede şirktir. Değerli kardeşimiz, Ruh madde değildir. Dünyadaki ışık yani nur maddedir. Ama melekelrin nuraniyeti mahiyet itibarıyla dünya nurundan daha faklı olduğu için madde değidir. Buna sadece nurani denir. Yani melekler de madde değildir. Melek; erkeklik ve dişilik özelliği olmayan, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan Neden İslam Akaidi ile Alakalı Okumalar Yapmadık? 1- Elhamdulillah Müslümanım demenin yeterli olacağını zannettik. 2- Kalbimizin temiz olduğunu ve bu kalp temizliği ile cehennemden uzaklaşacağımızı zannettik. 3- Yahudi ve Hıristiyan olmadığımız için Müslüman olarak kalacağımızı zannettik. BZmy. İçindekiler1 Hadisleri inkar eden dinden çıkar mı?2 Namazı inkar eden dinden çıkar mı?3 Hadisleri inkâr edenler kimlerdir?4 Allah’ı inkar eden kişiye ne denir?5 Hadisler neden farklı?6 Uydurma hadisler nelerdir?7 Namaz kılmayan dinden çıkar mı?Hadisleri inkar eden dinden çıkar mı?Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, alimlerin bu konuda görüşleri şu merkezdedir Sünneti/hadisleri prensip olarak inkâr eden dinden çıkar. Mütevatir bir hadis yakin ifade ettiği için, ona iman etmek şart olup inkârı küfrü inkar eden dinden çıkar mı?Hadislerde ise daha detaya girilmiştir. Bazılarına göre; Namaz kılmayan dinin dışındadır. Mekremiye. Halbuki, namaz kılmayan büyük günah işlemiş olsa da inkâr etmedikçe dinden inkâr edenler kimlerdir?Özellikle ilahiyat kökenli hocalar ki bunlara hoca demek doğru olmaz zira İslam'ı öz kaynaklarından değil batı düşüncesinden öğrenmektedirler, hadisleri inkar etmektedirler. Bu kişiler batı felsefesi ve kültürü içinde o derece boğulmuşlardır ki ehli sünnet vel cemaatin dışına inkar eden kişiye ne denir?Kafir kelimesi ise hem müşrikler hem de münkirler için kullanılır. Kafirler, Allah'ı inkar edip gönderdiği peygamberleri yalanlarlar. Kuran'ı Kerim'in birçok ayetinde kafirlerin sonsuza kadar cehennemde kalacağı neden farklı?Hadisler farklı çeşitleri ile ortaya çıkar. Bazı hadisler aslında Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerin açıklaması niteliğinde yani Kur'an'ı teyit edici nitelik taşır. Örneğin anne-baba hakkı, yalancı şahitlik hakkındaki hükümler yine hadisler ile bir kez daha teyit edilir. Bazı hadisler ise; tamamlayıcı nitelik hadisler nelerdir? söylemediği halde, o'nun söylediği iddia edilen sözlerdir. hadis literatüründe mevzu hadisler diye geçen uydurma haberlerdir. bu rivayetlere uydurma haber demek daha doğru olur çünkü dinen hadis uydurma kılmayan dinden çıkar mı?Namaz kılmayan dinden çıkmaz, namazın farz oluşunu inkar eden veya hafife alan dinden çıkar. Namazı kılmayan, aklı başına gelince kılmadığı namazları kaza etmeli, ayrıca da tövbe istiğfar etmelidir. Önemli bir işe başlarken de bitirirken de hamd etmek Müslümanın ahlaki bir ne güzel bir kelimedir. Allah’ın hükmüne razı olduğumuzun en güzel ifadesidir. Örneğin namaz kılarken okuduğumuz Sübhaneke duasında ve Fatiha süresinde hamd ifadesi çokça beş vakit eda ettiğimiz namaz sayesinde dilimiz ve kalbimiz hamd etmeyi öğrenir. Bununla birlikte önemli bir işe başlarken de bitirirken de hamd etmek Müslümanın ahlaki bir hoşuna giden bir şey gördüğünde Hamd olsun Allah’a ki yararlı şeyler O’nun nimetiyle tamamlanır derdi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde ise Her halükarda Allah’a hamd olsun derdi. Buna göre hamd her işte Allah’ı hatırlama ve onun yüceliğinin farkında olmak ve Şükür Arasındaki FarkŞükür kelimesi ile hamd kelimesi bazen aynı anlamda kullanılsa da aslında birbirinden farklıdır. Şükür, verilen nimetler için minnettar her türlü nimet için şükreder. Hamd kelimesi ise şükür kelimesinden daha geniş anlamdadır. Hamd etmek müminin ayrıcalıklı vasfıdır. Mümin varlıkta da yoklukta da Allah’a hamd eder. Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun. Allah doğru yola iletmeseydi biz doğru yolu bulamazdık A’raf 43Diyanet Son Sorular 1795 Gün 19 Saat 57 dk. önce soruldu Guinness rekorlar kitabına nasıl başvurulur? Ceylan Ahıgül sordu 2365 Gün 10 Saat 8 dk. önce soruldu lipomagnet nedir? lipo magnet işe yarar mı? ece çakır sordu 2396 Gün 0 Saat 50 dk. önce soruldu Goji berry aktarlarda bulunur mu? Erhan Yiğit sordu 2405 Gün 22 Saat 31 dk. önce soruldu deyim olarak adı çıkma ne demek? cansu sordu 2409 Gün 17 Saat 50 dk. önce soruldu Hayvanların olmadığı bir dünya bizi nasıl etkiler? mustafa 224 sordu 2417 Gün 16 Saat 56 dk. önce soruldu kumru kuşu vurmak günahmı? emre sordu 2420 Gün 18 Saat 41 dk. önce soruldu göz nuru dökmek deyiminin anlamı berkay sordu 2424 Gün 12 Saat 59 dk. önce soruldu voleybol federasyonu hangi tarihte kurulmuştur? ali sordu 2426 Gün 20 Saat 41 dk. önce soruldu ultra liquid zeolite kansere iyi gelir mi? canan sordu 2427 Gün 3 Saat 10 dk. önce soruldu Burun Bandı üzerine mesh yapılabilir mi? Şükrü Kum sordu 2431 Gün 12 Saat 53 dk. önce soruldu gojidiet çayı nedir? gojidiet kullanan var mı? Meltem Akar sordu 2438 Gün 20 Saat 6 dk. önce soruldu bir sayı bir sayının yüzde kaçıdır? nasıl hesaplanır? Ali Kurtulmuş sordu 2443 Gün 16 Saat 47 dk. önce soruldu ahi evran ne zaman doğmuş ve ne zaman ölmüştür? hakan sordu 2447 Gün 17 Saat 22 dk. önce soruldu iki ayağı bir pabuca girmek deyiminin anlamı nedir? arda sordu 2449 Gün 14 Saat 44 dk. önce soruldu İnsan ve hayvanlar doğal unsur mudur? Kerem sordu İmanın gelenekselleştirilmiş altı kuralı sayılırken kurallar arasında, “Kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek” maddesinin yer aldığını hepimiz biliriz. Elbette iman edilecek hususlar altı kuraldan ibaret değildir. Önemli bir hadiste İslam’a girecek bir insana takim edilecek İslam’ın beş genel, altı iman kuralı özetlenir. Madem ki “Kader’e” iman şarttır o halde kadere nasıl iman edeceğiz. Şöyle iman edeceğiz Bizler daha annemizin rahmine düşmeden bizim yaşayacağımız her ayrıntı virgülüne, noktasına kadar -Allah’ın yüce ilminde- biliniyordu. Yüce Allah için zaman kaydı yoktur. Allah zamana mahkûm değildir. O’nun ilmi yaşanmış, yaşanacak bütün zaman ve mekânları kuşatır. Yüce Allah anne rahmine düşecek olan herhangi birimizin hayatını, ne yapacağımızı zamana ihtiyaç duymadan bildiği için de buna uygun olarak takdir etmiştir. Daha anlaşılır bir ifadeyle; yapacağımızı, biz yapmadan önce yazmıştır. İşte Yüce Allah’ın sonsuz ilmiyle, ne yapacağımızı bilmesi ve bizim de hayata geldiğimizde bunları birebir yaşamamıza “Kader veya alın yazısı” diyoruz. Peki Yüce Allah’ın yaşayacaklarımızı bilmesi ve yazması bizi bunları yaşamaya mahkûm eder mi? Elbette hayır. Yüce Allah yaşayacağımızı vakti gelmeden evvel bildiği için yazmıştır. O zaman ikinci bir soru daha soralım. Peki biz bu eylemlerimizde tamamen hür müyüz? Allah’ın buna hiçbir müdahalesi yok mu? İşte bu noktada iki felsefi ekol devreye girer. Bunlardan biri klasik mekaniğin Newton mekaniğinin eşyada kullandığı katı Determinizm’e benzeyen cebriyecilik’tir. Buna göre Allah emreder -kuralları zorunlu kılar- kul ise yapar. Kişi kaderine mahkûmdur. Emreden Allah, yapan ise insandır. İşte bu anlayışta, “cebr-i mütevassıt” yani kayıtsız şartsız zorunluluk değil de, kısmi zorunluluk vardır. Yüce Allah’ın “Küll-i iradesi” -bütüncül irade-, kişinin cüz-i iradesine -kısmi iradesine- göre her zaman üstündür. Allah’ın dilediği yerde kulun iradesi askıya alınır, Allah’ın dileği olur, kulun iradesi bu noktada devre dışı kalır, anlayışıyla cevap verilir. Yüce Allah gerekçesini tam bilmediğimiz bir şeyden dolayı kişinin bir konudaki iradesinin zıddına hükmedebilir. Bu ihtimal her an geçerlidir. Ama bu müdahaleden kişi sorumlu insan sınırlı olmak kaydıyla eylemlerinde hürdür ve irade sahibidir. Bu zorunluluk ölçülü bir zorunluluktur. İkinci ekol ise kişinin kendi kaderini yarattığını -insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır- iddia eden mutezile, kaderiye ekolüdür. Bu ekol de, bu anlayışıyla İslam’ın genel prensiplerine aykırı bir cepheyi temsil eder.* * *Yüce Allah her şeyi bir ölçü ve planla yaratmıştır. Kamer Suresi, 49 alın yazısı olarak nitelendirilen kader de bu bütün içinde değerlendirilmelidir. Yüce Rabbin, bizim yapacaklarımızı bilerek yazması, bizi o şeyleri yapmaya zorlamaz. Tıpkı, astronomik hesaplar sonucunda bir yıl sonra Güneş’in tutulacağını, Güneş’in tutulacağı günü ve saati yazan bir takvim yaprağının Güneş’in tutulmasını etkilemediği gibi, yüce Allah’ın geleceği bilmesi de kişiyi o geleceğe mahkûm kılmaz. Aksi takdirde cinayet işleyen kişi şöyle demek hakkına sahip olurdu “Allah emretti, Allah yazdı ben de cinayet işledim”. Bu durumda -hâşâ- katili cinayete zorlayan Allah olurdu ve kişiye bu konuda hesap sorması zulüm olurdu. Halbuki iyiyi veya kötüyü yaratan Allah, o Allah kötüyü bir imtihan vesilesiyle yarattığını deklare etmiştir ve kötüden razı olmadığını da ilan etmiştir. İyiyi yaratıp da iyiden razı olduğunu da beyan eden yine yüce Allah’tır.* * * Biz kaderde -geleceğimizde- tek söz sahibi olanın Yüce Allah olduğuna iman ederiz. Bize rağmen -bütün tedbirlerimize rağmen- önümüze gelecek bir şeyden dolayı razı olmak da isyan etmemek de kadere imanın içindedir. Bizler helal ve haram, iyilik ve kötülük, günah ve sevap konularında eylemlerimizden tam sorumluyuz. Bu noktalarda Rabbimiz bizi özgür kılmış ve özgür irademizle yapacaklarımızı yazmıştır. Zaten kaderimizin bu ayrıntılarından sorumluyuz. Ama boyumuz bosumuz, gözümüzün rengi gibi, helal ve haram gibi, iyilik ve kötülük gibi konuların dışındaki özelliklerimizden sorumlu değiliz. Elbette bu da bizim kaderimizdir ama sorumluluk dışındaki daire ile ilgilidir.* * *“Kadere iman eder, kederden emin olur” denmiştir. Elbette böyledir. Çünkü kaderi bütün detayıyla bilmek, kuşatmak mümkün değildir. İmamı Şafii gibi İslam âlimleri kader konusunda derin tartışmalara girmeyi hoş karşılamamışlardır. Öyle ya gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. İnsan bunu nasıl bilebilir ki... Kainatın ve insanın her zerresinde milyarlarca sır vardır. Bizler imtihan dünyasında sırlarla kuşatıldığımızın farkında olmalıyız. Hayatımıza, geleceğimize dair bütün tedbirleri almalıyız. Bundan sorumluyuz. Doğru olanı, iyi olanı, faydalı olanı Rabbin dileğini yapmak zorundayız. Karşılaştığımız bazı olayları sıcağı sıcağına çözmek zor olabilir. Bilmediğimiz binlerce hikmet olabilir. İnsanın sınırlı bilgi sahibi olduğu, gelecek hakkında tahminin ötesinde bilgisinin olamayacağını, Yüce Allah’ın her şeyi bilen olduğunu Teğabun, 11 bilmek zorundayız. Onun için herhangi bir olaya isyan etmeden önce, kaderi suçlamadan önce kendimize dönmeliyiz. Kendimizi sorgulamalıyız. Zira Yüce Allah’ın külli iradesi, başıboş, hedefsiz ve hikmetsiz değildir. “Karada ve denizde oluşan felaketler bizim hak ettiklerimizden başka nedir ki.” Rum, 41 İşte İslam’ın öngördüğü “tevekkül” bütün bu unsurları yerine getirdikten sonra oluşacak tevekküldür. Yoksa kişi maddi ve manevi tedbirleri olmadan tevekkül ederse, bu tevekkülden de sorgulanacaktır. * * *“Hayır, kim güzel davranışı ve iyilikte bulunur da kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. Bakara, 112”SORALIM ÖĞRENELİM- Bayram namazından sonra Ankara’dan memleketim olan Mersin’e gideceğim, kurban kesmek zorunda mıyım? / Cemil Kaynar/AnkaraBayramın birinci günü fecirden veya bayram namazının kılınmasından sonra Ankara’da -oturduğunuz şehirde- iseniz kurban size vacip olur. Ama bayram namazından önce Mersin’e gider ve 3. günü güneş batmasından sonraya kadar Ankara’ya dönmezseniz kurban size vacip olmaz. Nafile olur. Çünkü yolcu Kurban etini yedi aileye bölmek zorunda mıyım? / Sezen Ata/IspartaKurban eti genel olarak üçe ayrılır. Bir kısmını kesen ve ailesi yer. Bir kısmı fakirlere dağıtılır. Diğer kısmı ise komşulara dağıtılır. Ancak kurbanı kesen kişi kalabalık ise etin tümünü yiyebilir. Kurbanın yedi aileye bölünmesi şart Kurban keserken nelere dikkat edilmeli? / Ziya Duyar/ÇanakkaleHayvana acı verilmemeli. Kurban mutlaka uzman kişi kasap tarafından kesilmeli. Kurbanların kesim esnasında birbirlerini görmemeleri gerekir. Farklı tekniklerle hayvanın bayıltıldıktan sonra kesilmesi daha az acı verecekse bu tercih edilmeli. Hijyenikliğe, çevre temizliğine dikkat Kadın kurban kesebilir mi? / Leyla Beyaz/Uşak Ehil olduktan sonra kadınlar da kurban Koyunun kurban edilmesi için bir yaşını doldurması şart mı? / Şehab Kural/EskişehirAltı ayını doldurmuş olan koyun bir yaşını dolduran koyun gibi gösterişli ise kurban edilebilir. 6. yrm. muhsin iyi diyor ki 05 Eylül 2011, 1900 Düzenle Kadere iman bilindiği üzere imanın altı rüknünden birisidir. Kader içerisinde en önemli konu ise hayır ve şerrin Allah’tan geldiği hususudur. İnsanlar hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini unutup sebeplere bakarlar. Şer karşısında öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allah’a şükretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar. Allah kullarına karşı her zaman lütufkardır. Onları kaldıramayacakları yüklerle imtihan etmez. “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez Nisa suresi, ayet 40.” Allah’ın ed-Dârr Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [ gelir güzel ismi insanın zararına değil hayrınadır. Şöyle ki Dünyada başımıza gelen kötü şeyler bir hikmete dayanır. Dünya hayatı geçicidir, asıl olan ahiret yurdudur. Bu dünyada kötü olarak görülen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek çok hayırlar bulunabilir. Bu açıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kötü şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır. Bu durumda başımıza gelen kötü şeyler, her ne kadar Allah’ın izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır. Allah bela ve musibetleri yaptığımız kötü şeylere karşı vermektedir “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder Şûrâ suresi, ayet 30.”, “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır Nisa suresi, ayet 79.” Başına böyle bir bela ve musibet gelen, bununla ruhu daralıp sıkılan bir müminin hemen geçmişini değerlendirip günahları için gözyaşı döküp tövbe ile Allah’ın rahmetine sığınması gerekir. Bu tür bir davranış yerine isyan etmek, birilerini suçlayıp öfkelenmek insana bir şey kazandırmaz. Belki pek çok şeyi alıp götürebilir. Yalnız Allah’ın el-Adl güzel ismi gereği bir zulme uğramışsak hakkımızı savunmamız, adaleti gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz de gerekir. Tabii işin bu cephesi yanında iç muhasebe ile kendimizde bazı kusur ve hataları aramak, bunlardan pişmanlık duyup Allah’ın merhametine sığınmak da icap eder. Başa gelen, özellikle başkalarının başına gelen bela ve musibetleri yalnız yukarıda sözünü ettiğimiz sünettullahla, yani ilahi kuralla açıklamak Allah’ın kaza ve kaderi üzerine ileri geri konuşmak anlamına geleceğinden çok tehlikelidir. İnsanı maazallah dinden çıkarır. Çünkü Allah’ın olayları yaratmadaki ilahi hikmetini kimse tam anlamıyla kavrayamayacağı gibi böyle bir konuda söz ve hüküm sahibi de değildir. Hele başkaları için böyle birtakım yargılarda bulunmak, örneğin bir hasta yada kaza nedeniyle geçmiş olsun ziyaretinde ilgili hastalığın yada kazanın gerçek nedenini yapılan günah yada günahlar yüzünden olduğunu söylemek, bu konuda açıklamalarda bulunmak büyük bir edepsizliktir. Allah’ın öfkesine yol açabilecek bir kendini bilmezliktir. Bela ve musibetleri yukarıda sözünü ettiğimiz sünnetullah, yani ilahi kanun yanında Allah başka nedenlerle de yaratabilir. Bunu kimsenin tam olarak bilmesine olanak yoktur. Örneğin Allah kulun katındaki derecesini yükseltmek için bela ve musibete uğramasına izin verebilir. Nitekim Mekke döneminde ilk Müslümanlar böyle bir sınavdan geçmiş, büyük bela ve musibetlere uğramışlardı. Allah Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır “Ey müminler, itaat edeni asi olandan ayırt etmek için sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceğiz. Ey resûlüm, sabredenleri müjdele! Bakara suresi, ayet 155” Bir Müslüman’ın kendi başına gelen bela ve musibetleri günahları ile, başkalarının başına gelen bela ve musibetleri Allah katındaki derecelerin yükselmesi ile açıklamaya çalışması edep ve nezaket gereğidir. Bu yolla hem kendisinin sabırlı olmasında hem de başkalarına sabrı tavsiye etmede önemli bir manevi güç bulabilecektir. Sabır, şükür gibi Allah’ın sevdiği duygulardan birisidir. Allah ed-Dârr güzel ismiyle kulda sabır meyvesinin oluşmasını arzular. En-Nâfi’ güzel ismiyle de kulda şükür ister. Bunların ahiretteki karşılığı çok büyüktür. İnsan sabır ve şükür ile Allah katındaki derecesini yükseltir “Sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir Zümer suresi, ayet 10.” Genellikle hoşumuza giden şeyleri hayır, gitmeyenleri şer olarak adlandırırız. Halbuki bu değer ölçüsü son derece görecelidir. Sadece insanın bu dünyadaki yaşamına göredir. Ebedi ahiret yurdu göz önünde bulundurularak yapılmış değildir. Çünkü bu dünya ödül ve ceza yurdu olmadığı için başa gelen hayır ve şerrin hikmetini de bilmek olanaksızdır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır “Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlıdır. Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerlidir. Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz Bakara suresi, ayet 216.” Savaş görünüşte şerlerin, kötülüklerin simgesi gibidir. Çünkü onda her türlü bela ve musibet vardır Açlık, yoksulluk, can ve evlat kaybı, ölüm korkusu, mal ve namus kaygısı… Her şey başa gelebilir. Allah işte böyle şerrin ve kötülüğün simgesi olan savaşta bile hayırların gizli olduğunu belirtmektedir. Bizim hayır sandığımız şeyler ise ahiretimiz için, Allah bizleri onlardan korusun, kim bilir nice bela ve musibetleri içeriyor olabilir. Gerçekten insanın Allah’ı el-Vekîl olarak kabul edip Hasbünallahu ve ni’mel-Vekîl [Allah bize yeter, O ne güzel vekildir] deyip, O’na sığınmaktan başka bir çaresi yoktur. Çünkü ahiretimiz için neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ancak Allah bilebilir. Ed-Dârr Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [ gelir ve en-Nâfi’ hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan [ gelir güzel isimleri ile kula düşen görev, hayır ve şerrin Allah’tan geldiği bilincine sahip olmaktır. Başına gelen hayrı Allah’ın bir lütfu ve ihsanı olarak görüp şükretmek, şerri ise günahlarının bir meyvesi olarak düşünüp tövbe etmektir. Allah kullarının günahlarına karşı çok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri için süre tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şöyle açıklamaktadır “Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir Fâtır suresi, ayet 45.” Es-Sabûr cezaları erteleyen, çok sabırlı güzel ismi, el-Halîm kulun yaptığı kötü şeylere yumuşak davranan, anlayışlı olan güzel ismine anlam olarak çok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm güzel isminde kulların günahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgeçme, bağışlama gibi bir anlam inceliği söz konusudur. Çünkü el-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle altı ayrı ayette el-Gafûr güzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr güzel isminde sadece kullarının günahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır. Bir insan çaresizlikten, zayıflıktan, yoksulluktan dolayı insanlara yumuşak huylu görünebilir. Ama aynı insan diş geçireceği birisini buldu mu arslan kesilebilir. İşinde üstlerinin karşısında elleri böğründe nice kişi evlerinde çoluk çocuğuna zulmedebilir. Asıl ağır başlılık ve anlayışlı olma, elinde bir güç ve olanak olduğu halde ve her türlü iktidar imkanına kavuştuktan sonra da çevredeki tüm insanlara yumuşaklık göstermektir. Allah sonsuz ve sınırsız bir güç ve kudrete sahipken ve bundan dolayı kimseye hesap vermeyecek bir makamda iken tüm kullarına yumuşak davranır. Allah kafirleri el-Kahhâr güzel ismi ile ebedi cehennemle cezalandıracaktır. Böyle iken dünya yaşamında onlara yumuşak davranmakta, mühlet vermekte, onların rızklarını bile kesmemektedir. Allah’ın el-Kahhâr öfkesi ve cezası şiddetli olan; her varlığa hakim olan ve üstün gelen güzel ismi ile birlikte el-Halîm olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu bize kızgın, öfkeli anlarda durup düşünmemiz gereken bir uyarı anlamı taşımaktadır. Çünkü bir Müslüman’a Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak yakışır. El-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle el-Gafûr günahları bağışlayan güzel ismi ile birlikte geçmektedir. Bu da el-Halîm güzel isminde ifadesini bulan yumuşak başlılığın ve anlayışın günahların üzerini örtme, günahları affetme ile tamamlandığını göstermektedir. Demek ki Allah hem yumuşak başlılığı hem de affetmeyi bir arada daha çok sevmektedir. Kendisini bu isimlerle andığına göre bizim de böyle bir ahlak anlayışına sahip olmamızı istemektedir. Peygamberimiz Allah’ın sabrı hususunda şöyle buyurmuşlardır “İşittiği ezaya Allah’tan daha sabırlı hiçbir kimse yoktur. Çünkü O’na çocuk isnat ederler. Sonra O, yine bu kimselere afiyet ve rızık veriyor.” Allah evrene, yeryüzüne sabrı ile tecelli etmiştir. Şöyle ki Kutsal kitabında yerleri ve gökleri altı günde yarattığını bildirmiştir. Gece gündüz, mevsimler birbirlerini yavaş yavaş karşılarlar. Bitkiler, hayvanlar, insanlar gözle takip edilemeyen bir yavaşlıkla büyürler, gelişirler. Halbuki Allah dileseydi tüm bu işler bir anda da olabilirdi. Ama O’nun ezeli hikmeti bu gibi şeylerde sabrın tecellisini öngörmüştür. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır “Sabır, imanın yarısıdır.” Bu açıdan sabır, Allah’ın güzel bir ahlakıdır. Bir mümine de bu ahlakla olmak yaraşır. Ama insanda nefsani bir zayıflık olarak acelecilik, isyan, nankörlük, tahammülsüzlük, zevk ve eğlenceye düşkünlük, sıkıntılara katlanamama gibi sabra ters düşen özellikler bulunmaktadır. Bu açıdan sabır ahlakını edinmek için insanın kendisi ile mücadele etmesi, kendisini aşması gerekmektedir. Bu da haliyle her insanın yapabileceği, üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bunun için müminler genellikle Allah’ın kendilerini sabırla imtihan etmemesi için duada bulunulurlar. Allah bir kutsi hadiste şöyle buyurmuştur “Kullarımdan bir kuluma bedeni, malı veya evladı yüzünden bir musibet verirsem o da bunu sabr-ı cemil kimseye şikayette bulunmama, kaderine razı olma hali ile karşılarsa kıyamet günü kendisi için terazi kurmaktan veya amel defterini açmaktan haya ederim.” Sabır üçe ayrılır a. Günahlara sabır Nefis günahlara düşkün bir yapıya sahiptir. Onların çoğundan zevk alır. Günahlardan el çekmek Allah korkusu ve sabırla olur. b. İbadetlere sabır İbadetlerin nefse ağır gelen bir yapısı vardır. Ama onlara devam etmekle bu zorluk aşılır. Zira nefis alıştığı şeyi yapamadan da edemez. c. Bela ve musibetlere sabır İşte gerçek sabır böyle anlarda gösterilir. Hastalıklar, sıkıntılar, âfetler, kazalar, belalar … insanların ağır bir biçimde imtihan edildiği zamanlardır. Bu sıralarda sabır gösterilirse Allah’ın kullarına karşı şefkati de hissedilir. Böyle bir anda iken vesilelere takılmadan Allah’ın iradesinin tecelli ettiğini gören, kadere teslim olup rıza gösteren, haline şükreden birisi büyük bir ecir kazanır. Bu belki de ahireti için bir kurtuluş olur. Bir işe başlarken nasıl besmele, yemekten sonra elhamdülillah çekiliyorsa bela ve musibet anında da “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” dememiz gerekir. Bu zikir bir ayet-i kerimede anıldığı için Bakara suresi, ayet 156 böyle bir durumda iken onu söylemek üzerimize farz veya en azından vacip olmaktadır. Bir hadis-i şerifin işaretiyle de anlaşıldığı üzere sabır bela ve musibetin karşılandığı ilk anda gösterilir. Daha sonra bela ve musibete insan ister istemez katlanır. Ama ilk an imtihan için uygundur. Tepkimiz Allah’ın rızasına uygun biçimde olursa ilgili cümle ağzımızdan çıktığında başa gelen bela ve musibet bir ibadet hükmüne dönüşür. Bu anda mümine verilen ödül çok büyüktür “Ancak sabredenlere ödülleri hesapsız olarak verilecektir Zümer suresi, ayet 10.” Tabii insan unutkandır. Bela ve musibet anlarında Allah’ı unutabileceği gibi ilgili cümleyi de söylemek hatırına gelmeyebilir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde geçmişteki bir bela ve musibeti akla getirerek “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” zikrini sonradan tekrar eden kimseye de bela ve musibetin ilk anında söylenmesine eşdeğerde sevap verileceğini belirtmektedir. Allahın ahlakı ile ahlaklanması gereken bir Müslümanın da insanlara karşı sabırlı ve anlayışlı olması gerekir. Başa gelen iyilik ve kötülüklerin imtihan gereği Allahın izni ve yaratması ile meydana geldiğini düşünmeli ve bilmelidir. Bunun doğal sonucu olarak da hatayı kendisinde arayıp sabrı ve anlayışı elden bırakmamalıdır. Muhsin İyi 643 - 1

kadere isyan etmek dinden çıkarır mı