EğitimFelsefesi - Faruk Manav kitabı en iyi fiyatla burada! Tıkla, Eğitim Felsefesi - Faruk Manav eserini hızlı ve kolay bir şekilde satın al. Filozofların beyin-beden problemi üzerine çalışmaları nöropsikolojinin ortaya çıkmasına dolayısıyla beyin görüntüleme teknolojisine vesile oldu. Felsefe hep bilimin arka planında sessizce çalışmaya devam ediyordu. Üçüncüsü ise hakikat, tarafsızlık ve taraf olmak ile ilgili kaygılar ile alakalı. Ahlâk Filozofların ahlâk alanındaki bütün görüşleri, nefsin nitelik ve huylarını belirlemeye, kötülüklerinin nasıl iyileştirileceği ile ilgili yapılması gerekenleri anlatmaya dayanır. Onlar bunu da yalnız sûfîlerin görüşlerinden almışlardır. yazı, ana hatlarıyla Stoa felsefesi üzerine bir incelemedir. Yazıda Stoalı. filozofların varlığın hakikatine ve insanın faziletine ilişkin temel görüşleri. incelenmiştir Fakatnefisle ilgili görüşlerini belirttikten sonra, günü-müze kadar etkisini sürdüren Pythagoras (Pisagor M.Ö. ö. 500), Demokritos (M.Ö. ö 370), Eflâtun (M.Ö. ö. 347) ve Aristo (M.Ö. ö. 322), bunların başında gelmektedir. Bu filozofların konuyla alâkalı neler ortaya koyduğunu öğrenmek, konunun anlaşılması için birer EĞİTİMİLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ VE HAZIRBULUNUŞLUKLARI: AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÖRNEĞİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Ayşen MERCAN Danışman Doç. Dr. Cüneyt AKIN İkinci Danışman Dr. Öğr. Üyesi Levent ÇELİK İNTERNET VE BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ YÖNETİMİ ANABİLİM DALI Haziran 2018 1F5Pdv. ADANALI Son zamanlarda ülkemizde Yükseköğretim Kurulu Kanunu reformu hararetli bir şekilde tanışı1maktadır. Reformun gerekliliğini savunanlar, YÖK'ün üniversitelerinde bilimsel gelişmeler önünde bir engel teşkil ettiğini, siyasi hatta askeri müdahaleler için bir araç haline geldiğini savunmaktadır. Diğer yandan YÖK kanununda köklü bir reforına gerek duymayanlar, üniversitelerdeki bilimsel vasadığı hukuki değil sosyokültürel ve ekonomik etkenlere dayandırmaktadır. Kabul edilen bir şey var ki, o da yüksek eğitim sistemimizin halihazırdaki durumunun pek iç açıcı olmadığıdır. Süregelen bu tartışmadan bir an geri çekilip aynı soruna, Türk düşünce tarihinin önde gelen isimlerinden biri olan Ziya Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bakmak, yaklaşık yüzyıla yakın bir süre içinde yüksek öğretimimizde hangi sorunların çözüme kavuştuğunu ve hangilerinin kalıcı olduğunu belirlemek açısından yararlı olacaktır. Bu yazıda ilk olarak Ziya Gökalp'in eğitim felsefesini ele alacağız, dalıa sonra onun yüksek eğitim hakkındaki görüşlerini inceleyeceğiz. Bu incelememizde birinci elden kaynaklara, Gökalp'in kendi yazılarına öncelik vereceğiz. Bir öğrenci, yazar ve eğitimci olarak Gökalp'in kişisel tecrübeleri göz önüne alındığında, onun eğitim hakkındaki görüşleri daha iyi anlaşılacağı için konuya geçmeden önce kısaca hayatından bahsetmek uygun olacaktır. 1- Hayatı Gökalp 1876 yılında Diyarbakır'da doğdu. İlkokuldan sonra, Askeri Rüşdiye1886 - 1870 ve Mülkiye İdadi 1891-1894 mekteplerine devam etti. Bu arada, amcası Hasip Efendi'den Arapça, Farsça ve İslam felsefesi tedris etti ve hocası Rum doktor Yorgi'den Yunan felsefesi ve doğa bilimleri öğrendi. O sıralarda Diyarbakır'da sürgünde olan Abdullah Cevdet ile tanıştı. Her ikisi sık sık bir araya gelip pek çok konuyu tartıştılar ve bu tartışmalar sayesinde Gökalp Avrupa'da dönemin moda entelektüel akımlanyla, özellikle de materyalist felsefe ve bazı sosyoloji ekolleriyle tanıştı. 1986 yılında İstanbul'a gitti ve Mülkiye Baytar Mektebine kaydoldu; fakat bu okuldaki resmi eğitimi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle bağlantılı siyasi faaliyetleri sebebiyle bir yıl içinde sona erdi ve akabinde bir yıl hapis cezası aldı. Cezasının bitiminde, memleketi Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. 1909'da İstanbul'u ziyaret etti ve İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji ve sosyoloji alanında kendisine yapılan hocalık teklifini maaşın düşük olması sebebiyle geri çevirdi. Aynı yıl, İstanbul'dan Diyarbakır'a ilkokul müfettişi olarak atandı. 1909 yılında İttihat ve Terakki Cemiyetinin toplantısına Diyarbakır delegesi olarak katılmak üzere Selanik'e gitti ve orada Cemiyetin ortaokulunda felsefe ve sosyoloji öğretmeni olarak görev aldı. Balkan savaşlarının akabinde, 1912'de İstanbul'a yerleşti ve 1915'de İstanbul Üniversitesi'nde Darülfünun açılan sosyoloji kürsüsüne ilk sosyoloji hocası olarak atandı. Bu görevi 1919'da Askeri Mahkeme tarafından, Anadolu'daki Ermeni-karşıtlığına katılma suçlamasıyla Malta'ya sürgüne gönderilmesiyle sona erdi. Sürgün yıllarında, "tek-kişilik bir üniversite" gibi, aralarında eski bakanlar ve meclis üyeleri bulunan pek çok arkadaşına dersler verdi. 1921'de Diyarbakır'a geri dönüp ortaokulda ve Öğretmen Okulunda sosyoloji ve psikoloji dersleri vermeye başladı. Ölümünden bir müddet önce, Meclis Eğitim Komisyonu'nda görev aldı ve eğitim sistemi, müfredat ve ders kitaplan hakkında radikal reformlar teklif etti. 25 Ekim 1924'de İstanbul'da vefat etti. Eğitimle ilgili makaleleri başta Muallim 1916-1917 olmak üzere pek çok dergi, mecmua ve gazetede yayınlandı. Herhangi bir üniversiteden akademik bir derecesi olmamakla birlikte, eğitime olan ilgisi hayatı boyunca devam eden Gökalp sistematik bir eğitim teorisini dile getiren ilk Türk olarak kabul edilir. 2. Gökalp ve Eğilim Felsefesi Gökalp'in eğitim felsefesi onun kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayırımı yansıtan iki önemli yön içermektedir Terbiye ve talim. Ona göre terbiye toplumun, üyeleri üzerinde gerçekleştirdiği bir sosyalleştirme sürecidir. Bu sosyalleştirme sayesinde birey toplumun diline, edebiyatına, ahlakına, estetiğine ve mantığına aşina hale gelir. Bu açıdan terbiyenin amacı "milli bireyler" yetiştirmektir. Diğer yandan talim bireyin kozmik çevresine intibakıdır. Bu intibak kişinin doğal bilimlere kendini aşina kılması sonucu gerçekleşir. Talim sayesinde birey, maddi güçleri kullanabilir hale gelir. Bu ayırıma ek olarak, Gökalp bilginin nesilden nesile aktarımında iki yaklaşımın olduğunu belirtir; bu yaklaşımlardan biri yaygın diğeri örgün eğitimdir. İlki doğal, kendiliğinden ve dinamiktir; diğeri ise, planlı, sistematik ve durağandır. Yaygın eğitim toplumda mevcut ve yaşayan bilgileri sunar Diğer yandan, örgün eğitim, daha önceki nesillerin birikmiş zihinsel ürünlerini aktanr; temelde kitaplarda yazılı olanlan öğretir. Okul ve toplum her iki bilgiyi sunma yöntemini içermekle birlikte, terbiye eğitimle ilgili, talim ise öğretimle ilgili yöne öncelik verir. Talim ve terbiye iki farklı hüküm alanına dayanmaktadır. Terbiye kaynağını toplumdan alan değer yargılanna dayanır ve değer yargılannın toplamına kültür denir. Değer yargılan görecelidir, milletten millete değişebilir. Terbiye ile karşılaştırıldığında talim, olgulara dayalı hükümlerden oluşur. Bu yargılar bireyler ve toplwnlar açısından değişmez. Gökalp terbiyenin milli veya kültürel, ta1imin ise uluslararası veya evrensel olması gerektiğine inanmaktadır. Gökalp'e göre Batı medeniyetinde son dönemde gerçekleşen önemli gelişmelerin temelinde iş bölümü yatar. Bu iş bölümünün neticesinde değişik bilim dalları ve uzmanlık alanlan ortaya çıkmış, bu sayede bilimlerde üst düzey bir ilerleme kaydedilmiştir. Batı medeniyetiyle kıyaslandığında, Doğu medeniyeti bu iş bölümünü aynı düzeyde gerçekleştirememiştir. Doğu ve Batı arasındaki en temel fark da bu noktadadır. Bu yüzden Gökalp, Osmanlı İmparatorluğu'nu Batı emperyalizmi karşısında savunmanın tek yolunun, bilim, sanayi ve teknolojide Batılılara erişmek ve onlarla tamamen eşit düzeye ulaşmak olduğuna inanmaktadır. Gökalp daha önce gerçekleştirilen eğitim reformlannın, mesela Tanzimat Islahatının, başansızlığını kültür ve medeniyet ve buna bağlı olarak talim ve terbiye arasındaki ayırımın farkına varılmamasına bağlar. Tanzimatçılar Doğunun ve Batının talim ve terbiyesini birbirine kanştırdılar. Neticede iki çeşit okul ortaya çıktı geleneksel dini eğitim veren medreseler ve Avrupa tarzı eğitim veren mektepler. Gökalp'e göre, bu ikili durumun tek istisnası Avrupa tarzı eğitimi takip eden askeri okullardır Harbiye ve Tıbbiye. Gökalp bu okullarda Avrupalı meslektaşlarının dengi olan mükemmel uzmanların yetiştiğini düşünmektedir. Gökalp askeri okulların milli veya kültürel olan terbiye ile uluslararası veya medeniyete dayalı talim arasındaki ayırımı desteklediğini düşünmektedir. Ayrıca ona göre bu ayırım, Batının bilim ve tekniğinin alınıp Türk eğitimine başarıyla uyarlanabileceğinin açık bir delilidir. Gökalp bu okulları eğitimde yapılacak reforma model olarak göstermektedir. O şöyle sormaktadırYeniçerinin savaş tekniği ile hekim başıların tıp tekniği bu okullara girmiş olsaydı, bugünkü şanlı kumandanlarımız ile şöhretli hekimlerimize sahip olabilecekmiydik? Bununla birlikte bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece bir kısmını teşkil eder gözükmektedir, çünkü bu okullar öncelikli olarak talime dayalıdır. Başarılarının sebebi Batıdan alınan bilgi ve tekniktir. O halde neden Gökalp bu okulları eğitimde reform için model olarak öne göstermektedir? Gökalp bu konuya değinmemekle birlikte, sanırım onun genel yaklaşımı dikkate alındığında, soru iki açıdan cevaplanabilir İlk olarak bu okullar kendi sahalarında askerlik ve tıp yetkin uzmanlar yetiştirmektedir. Bu alanlarda başarılıdır ve bu başanları örnek alınmalıdır. İkinci olarak, bu okullar sadece doktor ve askeri personeli eğitmekte, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve siyasi sorunlarıyla ilgilenen, çözümler arayan devlet adamları yetiştirmektedir. Bu okullar eğitimde yapılması gereken reformun sadece talimle ilgili yönünü temsil etseler bile, onların başarısı "milli bireyler" yetiştirmede de model olarak alınabilir. Askeri okullar ve tıp akademileri yaptıkları işte başarılı olsalar bile, bu başarı sadece bilim ve teknolojinin Batıdan alınabileceği ve Türk eğitim sistemine uyarlanabileceğinin bir göstergesidir. Bu sebeple Gökalp'in bu okulları eğitim reformu için bir model olarak göstermesi, eğer onun talim ve terbiye arasındaki ayırımı dikkate alınacaksa, eksik kalmaktadır. 3. Gökalp'in Bilgi Sosyolojisi Gökalp'in eğitim hakkındaki görüşleri açısından bizi ilgilendiren diğer bir konu doğal bilimlerin Türk eğitim sistemi içinde meşrulaştırılmasıdır. Müslümanların mantığı, felsefeyi, fizik bilimlerini ve matematiği Bizanslılardan aldıklarını belirten Gökalp, onların dil biliminde ve estetik alanlarda yine Bizanslıların metotlarını kullandıklarını ileri sürer. Benzer şekilde metafizik, ahlak ve politik bilimin kökleri Aristo'ya kadar uzanmaktadır. Orta Çağlar boyunca Doğuda ve Batıda skolastik düşünce hakimdi; fakat daha sonraları, Batı skolastik düşünceyi terk etti ve her alanda büyük atılımlar gerçekleştirdi, yeni bilim dalları oluşturdu. Gökalp takip edilmesi gereken yolu şöyle belirtmektedirAristo'nun istidlal mantığını bırakarak, Descartes ve Bacon'un istikra mantığını ve bu mantıktan doğan metodolojiyi almanın dinimize ve milli kültürümüze ne zararı olabilir? Eski astronomi yerine yeni astronomiyi, eski fiziğe karşı yeni fiziği, eski kimyaya karşı yeni kimyayı almakla ne kaybederiz? Zoolojiye, botaniğe jeolojiye dair eski kitaplanmızda ne kadar bilgi bulabilmek imkanı var? Doğuda bulunamayan biyolojiyi, psikolojiyi, sosyolojiyi Batıdan almağa mecbur değil miyiz? Evvelce eski ilimlerimizin hepsini Bizans'tan almıştık şimdi Rumların ilimlerini Avrupa ilimleriyle değiştirsek, din ve kültür bakımından ne kaybederiz? Tabi tüm bu sorular hitabet amaçlıdır ve Gökalp doğal bilimlerin Batıdan alınmasında İslam dini ve Türk kültürü açısından hiçbir mahzur görmemektedir. Gökalp'a göre doğal bilimler akıl üzerine kurulu olup, müspet, tecrübeye dayalı ve değer yargılarından bağımsızdır; dolayısıyla herhangi bir değişikliğe uğratılmadan alınmalıdır. Doğal bilimler hakkındaki bu görüşe iki açıdan itiraz edilebilir. İlk olarak, günümüzde gerek felsefeciler gerekse bilim adamları 19. yüzyılın katı pozitivist anlayışına ihtiyatla yaklaşmaktadırlar. 20. yüzyılda sadece doğal bilimler değil, matematik ve mantığın bile üzerine dayandığı temel aksiyomların rasyonel olup olmadığı sorgulanır hale geldi. Pozitivizme yöneltilen bu eleştiriler, çoğu bilim adamını teorilerine karşı göreceli veya pragmatik bir tutum takınmaya sevk etti. Mutlak bilgi felsefecilerin nihai hedefi olmaktan çıktı ve 'kesinliğın' yerini 'yüksek düzeyde muhtemel bilgi' aldı. Gökalp'in bilgi anlayışı bu gözden geçirilmiş epistemoloji ve ona yol açan gelişmeler karşısında güncel değerini yitirmiş görünmektedir. Ayrıca doğal bilimlerin kültürel arka plandan ne kadar bağımsız kalabileceği de sorgulanabilir. Bilimsel buluşlar değer yargılanna hiçbir atıfta bulunmadan sunulabilse de, bu doğal bilimlerin onları ortaya çıkaran sosyal, kültürel ve psikolojik etkenlerden tamamen bağımsız hale getirilebileceği anlamına gelmez. Bu sebeple, temelde bilim ve kültür veya değerler bir iç içelik arz eder. Eğitim ile ilgili söylenmiş Güzel SözlerİçindekilerEğitim ile ilgili söylenmiş Güzel SözlerAristo İnsanoğullarının yönetimi sanatı üzerinde düşünen herkes, devletlerin geleceğinin gençlerinin eğitimine bağlı olduğu konusunda ikna Twain Eğitimin yapamayacağı hiçbirşey yoktur. Hiçbir şey onun etki alanının dışında kalamaz. Kötü ahlakları iyiye çevirebilir; kötü ilkeleri yıkar ve yerine yenilerini koyar; insanları melekler seviyesine Einstein Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kurmanın ve korumanın teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlatmanın North Whitehead Eğitim, ferdin yaşama sanatını idrak edebilmesi için, rehber Shaw Eğitim, meyvenin kendisi değil, bilgi ağacından meyve toplamaya yarayan bir Smiles İnsanlar birey halinde eğitilmelidir; çünkü ancak bireylerin tek başlarına yükselmesiyle, toplumların yeterli bir şekilde yükselmesi mümkün Kutub Bilginin gücüne inanıyorum, kültürün gücüne inanıyorum; ama eğitimin gücüne, daha çok Chan Hiç okula gitmedim. Babam da gitmemişti. O yüzden oğlumun çok iyi bir eğitim görmesini Senge İşleriniz iyi gidiyorsa eğitim bütçenizi iki katına çıkarın, işleriniz kötü gidiyorsa dört de La Rochefaucauld Allah herkese çeşitli kabiliyetler vermiştir, bunları kullanılır hale getiren Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek Brougham Eğitim görmüş bir halkı bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare etmek kolay, köleleştirmek Roosevelt Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela de Montaigne Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi Kemal Atatürk Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk Twain Her şeyin bir sınırı vardır. Demir cevheri eğitilerek altına Einstein Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın Terbiyenin gayesi, insanlarda bulunan kabiliyetleri Alighieri Eğitim, ekmek ve sudan sonra, halkın en zorunlu X Eğitim olmadan, bu dünyada hiçbir şey Braugham Eğitim, bir insanın dikdatör olmasına değil, önder olmasına İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle Audemars En çok hürriyet nerede ise, en çok eğitim Eğitimin kökleri acı, meyveleri Yurt müdafaasının en emin ve en ucuz yolu, Franklin Eğitilmemiş deha, işlenmemiş gümüşe Mandela Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah İnsanoğullarının yönetimi sanatı üzerinde düşünen herkes, devletlerin geleceğinin gençlerinin eğitimine bağlı olduğu konusunda ikna Twain Eğitimin yapamayacağı hiçbirşey yoktur. Hiçbir şey onun etki alanının dışında kalamaz. Kötü ahlakları iyiye çevirebilir; kötü ilkeleri yıkar ve yerine yenilerini koyar; insanları melekler seviyesine Einstein Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kurmanın ve korumanın teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlatmanın North Whitehead Eğitim, ferdin yaşama sanatını idrak edebilmesi için, rehber Shaw Eğitim, meyvenin kendisi değil, bilgi ağacından meyve toplamaya yarayan bir Smiles İnsanlar birey halinde eğitilmelidir; çünkü ancak bireylerin tek başlarına yükselmesiyle, toplumların yeterli bir şekilde yükselmesi mümkün Kutub Bilginin gücüne inanıyorum, kültürün gücüne inanıyorum; ama eğitimin gücüne, daha çok Chan Hiç okula gitmedim. Babam da gitmemişti. O yüzden oğlumun çok iyi bir eğitim görmesini Senge İşleriniz iyi gidiyorsa eğitim bütçenizi iki katına çıkarın, işleriniz kötü gidiyorsa dört de La Rochefaucauld Allah herkese çeşitli kabiliyetler vermiştir, bunları kullanılır hale getiren Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek Brougham Eğitim görmüş bir halkı bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare etmek kolay, köleleştirmek Roosevelt Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela de Montaigne Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi Kemal Atatürk Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk Twain Her şeyin bir sınırı vardır. Demir cevheri eğitilerek altına Einstein Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın Terbiyenin gayesi, insanlarda bulunan kabiliyetleri Alighieri Eğitim, ekmek ve sudan sonra, halkın en zorunlu X Eğitim olmadan, bu dünyada hiçbir şey Braugham Eğitim, bir insanın dikdatör olmasına değil, önder olmasına İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle Audemars En çok hürriyet nerede ise, en çok eğitim Eğitimin kökleri acı, meyveleri Yurt müdafaasının en emin ve en ucuz yolu, Franklin Eğitilmemiş deha, işlenmemiş gümüşe Mandela Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir. Bu listedeki bilgelik tutkunu filozoflar; etki, iç görü derinliği ve ilgi alanı genişliği ölçütleri göz önünde bulundurularak sıralandılar. Listenin son sırasında büyük deneyci Locke, ilk sırasında ise herkesin kolayca tahmin edebileceği iki akılcıdan biri var. İslam dünyasından da Hristiyan dünyasından da birkaç isim listede yer alıyor. Çeviren Şevki IŞIKLI 10- John Locke Her şeyden önce Aristoteles gibi bilim insanı-filozoflar, geleneksel anlamda çevremizdeki dünya hakkında bilimsel bilgiye ulaşmak için aklı kullanıyorlardı. Modern zamanlara gelinceye kadar felsefenin fizik bilimlerinden ayrı bir etkinlik olduğu düşünülmezdi. Modern siyasetin en önemli düşünürü olan Locke, Thomas Jefferson’un hazırladığı Bağımsızlık Bildirgesi’ndeki ve ABD Anayasası’ndaki söylemin birincil müsebbibidir. Locke, Liberalizmin Babası olarak anılır çünkü hümanizmi ve bireysel özgürlüğün ilkelerini o geliştirdi. Yasa karşısında eşit haklara sahip olma inancının liberalizme uygunluğu görüşü Locke tarafından geliştirildi. Rızaya vurgu yapan şu meşhur sözü de o yazmıştı “Yönetilenlerin rızasına uygun yönet!” Onun yaşam, özgürlük ve mülkiyet biçiminde sıraladığı üç doğal hak görüşü, bütün insanların doğuştan sahip olduğu evrensel haklar olarak kabul gördü. Yoksulları fakir kalmaya zorlayan, bazılarının soyluluk yoluyla toprak edinmesine izin veren Avrupa soyluluk fikrini asla onaylamadı. Amerika’da soyluluğun olmamasını, Jefferson vesilesiyle sağlayan adam da Locke idi. Onun fikirleri yüzünden Avrupa’da bugün az sayıda kral ve kraliçe kaldı, asalet ve soyluluk uygulaması tamamen ortadan kalktı. 9- Epikür Epicuros MÖ 341-270, Sisam Adası, Yunanistan Epikür, yüzyıllar boyunca rahata ve zevke düşkünlüğün öğretmeni olarak haksız bir ün kazandı. Onun önerdiği şu mutlu yaşamın ilkeleri, özellikle de Orta Çağda birçok Hristiyan polemikçi tarafından, ateist düşünceler içerdiği için şiddetle eleştirildi “Tanrı’dan korkmayın! Ölüm hakkında endişelenmeyin! İyi olanı yapmak ve kötü olana katlanmak kolaydır!” Tanrı da dahil olmak üzere “Somut olmayan hiçbir şeye inanma!” ilkesini savundu. Bu tür elle tutulmaz şeylerin peşin hükümlü kavramlar olduğunu, manipüle edilebileceğini düşündü. Epikürcülük, “Ne olursa olsun hayattan zevk al çünkü sadece bir kere yaşarsın, o da uzun sürmez!” diyen bir görüş olarak düşünülür. Halbuki Epikür’ün mutlu yaşam kavramı şu dört ilke üzerine odaklanır Diğer insanların davranışlarını umursama! Acıdan kaçın! Kendini hoşnut edeceği şekilde yaşa! Hiçbir şeye aşırı düşkünlük gösterme! Ayrıca “Ne bilgece, iyi ve doğru yaşamaksızın haz dolu bir yaşam sürmek ne de haz almaksızın bilge, iyi ve doğru bir yaşam sürmek de mümkündür!” Bununla “Ne zarar gör ne de zarar ver!” diyen Altın Kural’ın versiyonlarından birini savunmuştur. Epikür’e göre bilgece olan acıdan, tehlikelerden ve hastalıklardan kaçınmaktır; iyi olan, uygun bir diyet ve egzersiz yapmaktır; doğru olan ise hiç kimseye zarar vermemektir çünkü hiç kimse zarar görmek istemez. 8- Citium’lu Zenon Citiumlu Zenon, MÖ 334-262, Kıbrıs Zenon, bu listedeki diğer filozoflar kadar size tanıdık gelmeyebilir fakat Stoa okulunun kurucusudur. Stoacılık, MÖ 3. yüzyılda Atina Pazarı’nın kuzey tarafındaki Cenaze Meydanı Poikile’deki çatılı sütunu ifade eden “stoa” sözcüğünden gelir. Stoacılık, yaşamda acı çekmemize neden olan şeylerin aslında yargımızdaki bir hata olduğu ve duygularımız üzerinde her zaman mutlak kontrol sahibi olmamız gerektiği fikrine dayanır. Öfke, neşe, depresyon kişinin aklındaki basit kusurlardır ve bu nedenle kendimize bunun olmasına izin verdiğimizde sadece duygusal olarak zayıflarız. Başka bir deyişle dünya bizim yaptığımız şeydir. Epikürcülük, Stoacılığın zıddı olarak kabul edilirdi fakat bugün birçok insan ikisini aynı zannedip birleştirerek hatayı sürdürüyor. Stoacılık, sizi üzecek hiçbir şeye izin vermeyen bir zihinsel huzura kavuşmayı savunur. Madem ölüm kaçınılmazdır, öyleyse birinin ölümünün bizi üzmesine niçin izin verelim ki! Madem depresyon hiçbir şeye yardımcı olmaz, sadece acı verir, öyleyse niçin herhangi bir şey için öfkelenelim! Öfke iyi bir şeyle sonuçlanmaz. Böylece duygularını kontrol ettiğinde zihinsel dinginlik hali ortaya çıkar. Önemli olan, arzudan kaçınmaktır. İhtiyacın olan için mücadele etmelisin, unutma sadece ihtiyacın kadar, daha fazlası için değil! İsteklerin seni aşırılığa götürür. Aşırılık ise mutlu olmana yardımcı olmaz, sadece acı verir. 7- İbni Sina Özbekistan’lı İbni Sina Avicenna, 980-1037 Tam adı Ebu Ali El Hüseyin Bin Abdullah İbni Sina’dır. Batı tarihinde yaygın olarak kullanılan ise Latince yazılmış son iki ismidir. 980 – 1037 yılları arasında Pers İmparatorluğu’nda yaşadı. Onun sayesinde Karanlık Çağ, zifiri karanlık olmaktan kurtuldu. Bir filozof olmanın yanında, yaşadığı dönemde dünyanın en önemli doktoruydu. Çok meşhur olan Şifa Kitabı ve Tıbbın Kanunları adlı iki eseri, döneminin bilinen tüm tıbbi bilgilerini içeriyordu. Şifa Kitabı mantıktan matematiğe, müzik ve bilime kadar her şeyle ilgilidir. Bu kitabında Venüs’ün Güneş’e Dünya’dan daha yakın olduğunu öne sürdü. Bunun bir olgu olarak o gün bilinmediğini hayal edin! Güneş, Venüs’ten daha yakın görünür fakat meseleyi doğru anlamıştı. Kanıtlara değil, konjonktüre dayandığı için astrolojinin gerçek bir bilim olduğunu reddetti. Bazı derin yeraltı sularının, odun ve kemiklerin fosilleşmesinden sorumlu olduğunu teorik olarak açıkladı. İddiasını şu sözlerle ifade etti “Bazı kayalık alanlarda görülen, deprem ya da çökme esnasında aniden ortaya çıkan güçlü mineralleşme ve taşlaşma değeri, bunlara temas eden her şeyi taşlaştırır. Nitekim bitki ve hayvan bedenlerinin taşlaşması, suların dönüşümünden daha olağanüstü değildir.” Bu doğru değildir fakat gerçeğe zannettiğinizden çok daha yakındır. Organik materyallerde, orijinal materyali aşama aşama taşa dönüştüren silis birikintisi ile doyurulmuş materyallerde, en önemlisi de odunlarda taşlaşma meydana gelebilir. John Stuart Mill, tümevarım mantığı için geliştirdiği beş yöntemi, büyük oranda İbni Sina’dan devşirmiştir. İbni Sina zaten üçünü geliştirmişti Uzlaşma, ayrım ve eş zamanlı varyasyon. Bunları burada açıklamak çok uzun zaman alır fakat her biri birer kıyas türüdür; bütün filozof ve felsefe öğrencileri eğitimlerinin başlangıcından itibaren bunlara aşinadır. Bilimsel yöntem için kritik öneme sahiptir ve ne zaman birisi bir özdeyiş olarak bir ifade oluştursa bu yöntemlerden en az birini kullanır. 6- Thomas Aquinas Thomas Aquinas, 1225-1274, İtalya Thomas, her şeyin bir başlangıcı ve sonu olduğu için evrenin de bir şey tarafından yaratılmış olması gerektiğini savunduğundan Tanrı’nın varlığını ispatlayan kişi olarak hatırlanmaya daima devam edecektir. Buna artık ilk neden argümanı deniyor ve Thomas’tan sonraki tüm filozoflar bu teoriyi ya ispatlamak ya da yanlışlamak için uğraştılar. Aslında o, bu argümanını “ού ύινούμενον κινεῖ” nosyonuna dayandırmıştı. Bu söz öbeği, Yunanca “hareket etmeden hareket eden” ya da “hareketsiz hareket ettirici” anlamına gelir. Thomas, temellendirdiği her şeyi, ilk önce Hristiyanlık’ta postulat haline getirmişti. Bu yüzden de bugün evrensel olarak popüler değil. Hristiyanlar bile bütün etik öğretilerini mukaddes kitaptan aldıkları için Thomas, öğretilerinin hiçbirinde bağımsız otorite değildir. Fakat onun işi, çevresindeki insanları eğitmek, hiçbir soyut felsefeye başvurmadan onların etiği anlamalarını sağlamaktı. Aqinolu Thomas, bugün kardinal değerler dediğimiz prensipler üzerinde durdu Adalet, cesaret, sağduyu ve itidal. Bu basit dörtlü yönerge ile kitlelere ulaşmayı başardı. Tanrı’nın varlığına dair, bugün bile teist ve ateist kanatta tartışılan beş meşhur argüman geliştirdi Tanrı’nın doğasının tanımlamayı amaçlayan beş argümandan birincisi, “Tanrı’nın Birliği ehadiyet” görüşüdür ve Tanrı’nın bölümlerinin olmadığını söyler. Tanrı, öz ve var oluşa sahiptir; bu iki nitelik birbirinden ayrılmaz. Böylece iki veya daha fazla niteliğe sahip bir şeyin varlığından bahsedebiliyorsak bunlar birbirinden ayrılamaz niteliklerdir. Öyleyse bu ifadenin kendisi Tanrı’nın varlığını kanıtlar. Thomas’ın “Tanrı vardır” diye ifade ettiği örnekte özne ve yüklem özdeştir. 5- Konfüçyüs Konfüçyüs / Conficius MÖ 551-479, Çin Çince anlamıyla Usta Kong Qiu, 551’den 479’a kadar yaşadı. Bugüne kadar Doğu tarihindeki en önemli filozof olarak kaldı. Yunanlıların da aynı şeyleri benimsemiş olduğu bir dönemde, belli etik ve politik ilkeler vaaz etti. Demokrasiyi bir Yunan icadı, Batılı bir fikir olarak görürüz fakat Konfüçyüs yazdığı Analekt adlı eserde, en iyi hükümetin rüşvet ve zorlamayla değil, ritüeller ve halkın doğal değerleri aracılığıyla yöneten hükümet olduğunu söylemişti. Bu fikirler bugün bize aleni gelebilir fakat 500’lerin başı, 400’lerin sonlarında yazdığını hesaba katmalıyız. Bu, Yunanlıların savunduğu ve geliştirdiği demokrasi ilkesi ile aynıdır Halkın ahlakı sorumluluktur. Bu yüzden halk yönetsin. Konfüçyüs, imparatorluk fikrini savundu fakat imparatorun gücünün sınırlandırılması gerektiğini de söyledi. İmparator dürüst olmalı, tebaası da ona saygı duymalı fakat imparator bu saygıyı hak etmeliydi. Eğer hata yaparsa tebaası onu düzeltmek için önerilerde bulunmalı, o da bu önerileri dikkate almalıydı. Bu ilkelere aykırı hareket eden bir yönetici, zorba bir tiran olur. Böylelikle de yöneticiden çok hırsız olur. Konfüçyüs ayrıca kendisinden en az bir yüzyıl önce Antik Yunan’da var olan Altın Kural’ın kendine özgü bir versiyonunu da geliştirmişti. İfade neredeyse aynıydı fakat sonra şu fikri ileri sürdü “Kişi kendisi için istemediğini başkasına yapmamalıdır; kendisi için arzu ettiğini, başkası için de arzu etmelidir.” İlk ifade olumsuzdur ve başkasına zarar vermemeye yönelik pasif bir arzu oluşturur. İkinci ifade daha önemlidir ve başkasına yardım etmeye yönelik aktif bir arzu oluşturur. Antik Çağ’da bu Altın Kural’ı, pozitif formda savunan tek düşünür Nasıralı İsa idi. 4-Rene Descartes Rene Descartes 1596-1650, Fransa Descartes, 1596-1650 yılları arasında yaşadı. Bugün Modern Felsefenin Babası olarak anılıyor. Ölümsüz Kartezyen koordinat dizgesine dayanan analitik geometriyi icat etti. Buradaki ölümsüzlük, bütün okullarda öğretilmesi ve matematiğin neredeyse bütün dallarında hala geçerli olması anlamındadır. Analitik geometri, cebir ve Kartezyen koordinat dizgesini kullanan bir geometri dalıdır. Ayrıca kırınım ve yansıma yasalarını keşfetti. İcat ettiği üs işareti, bugün hala üstel kuvvetleri göstermek için kullanılmaktadır. Yalın anlamıyla zihnin beden üzerindeki gücü olarak tanımlanan düalizmi savundu Doğruluk, insan psikolojisinin zayıflıklarını görmezden gelerek elde edilir ve insan zihninin sonsuz gücüne dayanır. Descartes’ın en meşhur sözü, bugünlerde egzistansiyalizmin pratik mottosu haline gelmiş olan şu sözdür “Cogito ergo sum Düşünüyorum öyleyse varım.” Bu, bedenin var olduğunu kanıtlamak anlamına gelmez. Aksine zihnin varlığını kanıtlamak anlamına gelir. Algıyı, güvenilmez olduğu için reddetti. Herhangi bir şeyi araştırmak, ispatlamak veya çürütmek için tek güvenilir yöntemin tümdengelim olduğunu düşündü. Ayrıca Hristiyan Tanrı’nın varlığına dair ontolojik kanıta bağlı kaldı. Tanrı müşfik olduğu ve kendisine çalışan bir zihin ve duyu organları verdiği için Descartes, başka bir ifadeyle kandırıkçı olmayı arzu etmeyeceği için duyusal gerçekliğe dair bazı inançlara sahip olabilir. Ne var ki Descartes, bu varsayımın sonunda, algı ve çıkarıma dayanarak dünya hakkında bilgi elde etme imkanına ulaşır. Bu yüzden bilgi kuramı açısından titiz bir temelcilik anlayışına katkıda bulunduğu söylenir. Akıl, bilgiye ulaşmanın tek güvenilir yöntemidir. 3- Tarsuslu Pavlus Pavlus, bu listedeki joker ama ona haksızlık etmemek gerek. Pavlus; Küçük Asya, İsrail ve Roma’daki çeşitli kiliselerde, İsa dışındaki İncil’de adı geçen diğer ölümlülere kıyasla, sahip olduğumuz birkaç mektupla çok daha fazlasını başardı. Hristiyanlığı İsa kurdu ancak Pavlus olmasaydı din, en iyi ihtimalle birkaç yüzyıl içinde yok olurdu ya da İsa’nın istediği gibi bütün dünyayı kendi inancına davet edemeyecek kadar yalıtılmış kalırdı. Pavlus, başta Petrus olmak üzere diğer havarilerle ters düşmüştü. Petrus, İsa’ya imanla birlikte en az bir ya da iki Yahudi geleneğinin Hristiyan sayılmak için şart olması gerektiğinde ısrar ediyordu. Pavlus ise ne sünnetin ne bazı haram yiyeceklerin ne de diğer Yahudi geleneklerinin değil, gerekli olan tek şeyin İsa’ya iman olduğunda ısrar etti. Çünkü dünya şimdi, en önemlisi de İsa’nın merhameti altındaydı, Musa’nın yasasına göre işleyen bir durumun değil. Tüm Hristiyan tarikatların merkezi olan bu merhamet durumu ilkesi Pavlus’un fikriydi, İsa’nın değil. Bu ilke, ergenliğe ulaşan her insan tarafından içsel olarak kavranır ve bütün insanların hesap gününde Tanrı tarafından sorumlu tutulduğu 10 emirdeki Tanrısal ahlak yasası kavramıdır. Bu ilkeleri kusursuz bir şekilde sistematik hale getirmesi, İsa ile şahsen tanışmaması, Petrus ve diğer bazı havarilere doğrudan muhalefet etmesi özellikle etkileyicidir. Hristiyanlık ve tarihi ile ilgili birçok teolog ve uzman bile Hristiyanlığın kurucusu olan İsa’ya değil, Pavlus’a başvurur. Bu biraz uzayabilir ancak havariler, yalnızca Yahudilerin dönüştürebileceği Yahudiliğin doğru formu olarak Hristiyanlığı kendileri için korumayı amaçladıklarını unutmayalım. Herkes sünnete ve Musa’nın 10 Emrine itaat yoluyla sembolik olarak bir Yahudi olabilir. Pavlus, Mesih’in, dünyanın görebileceği en büyük mutlak iyilik olduğu ve Yüce olduğu, İsa’nın kendisi ve babası ile aynı kişi olduğu için, Mesih’in lütfunun ister Yahudi isterse bir putperest olsun kişiyi günahlarından arındırmak için yeterince güçlü olduğunu söyleyerek buna karşı çıktı. Din, Pavlus’un Musa’nın Yasası üzerine Mesih’in lütfunu savunan mektupları olmadan günümüze kadar gelseydi Hristiyanlık sadece Yahudiliğin küçük bir mezhebi olurdu. 2- Platon Sokrates ve Plato sağda, MÖ 427-347, Yunanistan Platon, MÖ 428 ila MÖ 347 arasında yaşadı. Batı dünyasının ilk yüksekokulu olan Atina Akademisini kurdu. Neredeyse tüm Batı felsefesi, Sokrates tarafından öğretilen Platon’a kadar izlenebilir; Platon’un yazıları sayesinde Sokrates’in fikirlerinin bir kısmına da ulaşılabilir. Sokrates bir şey yazmışsa da hiçbiri bize ulaşmadı. Öğrencilerinden Platon, Xenophanes ve oyun yazarı Aristophanes, Sokrates’in öğretilerinin çoğunu bize kadar aktardılar. Platon’un en ünlü alıntılarından biri siyasetle ilgiliydi “Filozoflar kral olarak hüküm sürene kadar ya da krallara ve seçkin erkeklere gerçekten yeterince felsefe öğretinceye kadar, yani siyasal iktidar ve felsefe tamamen örtüşene kadar bunlardan yalnızca birinin halkı zorla yönetmesi engellenmelidir çünkü aksi halde ne şehirler kötülükten alıkonulabilir ne de insan ırkı soyunu devam ettirebilir.” Demek istediği şey şuydu Bir millet, şehir veya devletinin kontrolünü elinde bulunduranlar, bilge insanlar olmalıdırlar; bilge olmayanlar etkisiz yöneticiler olurlar. Dünya sadece felsefe yoluyla kötülüklerden arınabilir. Platon’un tercih ettiği hükumet, doğuştan asil, iyi eğitim görmüş, sıradan insanların iyi yaşamalarına yardım eden iyi niyetli aristokrat bir yönetimdi. Demokrasi karşıtı görüşleri savunmuştu. Onun gözünde, halkın kendi kendisini yönetmesi demek olan demokrasi, öğretmeni Sokrates’i öldüren bir yönetim tarzıydı. Aslında Platon’un en kalıcı kuramı politikayla değil, Formlarla ilgilidir. Birçok eserinde, maddi olmayan soyutlamaların en yüksek ve en temel gerçeklik türüne sahip olduğunu iddia eder. Maddi dünyadaki her şey ve onları algılayışımız değişebilir, der. Bu ise maddi dünyanın maddi olmayan soyutlamalardan daha az gerçek olduğu anlamına gelir. Platon bir şeyin evreni yaratmış olması gerektiğini savunmuştu. Bu şey her ne ise evren onun yavrusudur; Dünya üzerinde yaşayan bizler, bedenlerimiz ve etrafımızdaki görüp duyduğumuz, dokunduğumuz her şey, evrenin yaratıcısından ve evrenin kendisinden daha az gerçeklik taşırız. Bu, onun varoluşçuluk anlayışına dayanan bir temeldir. 1-Aristoteles Aristoteles, MÖ 395-322, Makedonya Aristoteles, felsefe kategorisindeki başka bir listenin de zirvesinde yer almıştı, bu listedeki sıralaması da sürpriz değil. Bununla birlikte Aristoteles’in mantıktan etik, siyaset, edebiyat hatta bilime kadar her şeyi anlayan ve eleştiren ilk yazılı sistemlerin sahibi olduğunu bilmelisiniz. Var olan herhangi bir şeyin dört “nedeni” veya niteliği olduğu teorisini yani dört neden teorisini geliştirdi Maddi neden, formel neden, gaye neden, fail neden. Bunun tartışmaya değmeyecek gibi göründüğü söylenebilir ancak listedekilerin klasik nedensellik üzerinde durması çok uzun sürmüştür. Aristoteles’ten bu yana tüm filozofların bu konuda söyleyecek bir şeyleri olduğunu bilmek yeterlidir. Kesinlikle söylenen, söylenebilir olan ve söylenebilecek olan her şey, Aristoteles’in sistemlerinden birine dayanır Aristoteles’in fikirlerini kullanmadan ya da kullanmaya çalışmadan nedensellik tartışmak ayrıca Batı tarihinde evrendeki her şeyde bir hiyerarşi olduğunu iddia eden ilk kişidir. Doğa, onun gözlemlerine göre gereksiz hiçbir şey yapmamıştır. Doğada bir hiyerarşi vardır. Cansızlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar vb. O, en üstte insanın yer aldığı 11 basamaklı bu yapıya “yaşam merdiveni” der. Orta Çağ Hristiyan teorisyenleri, insanın yanına Tanrı’yı da ekledikleri bu fikirle yol aldılar. Böylece Katolik melek hiyerarşisi, genelde saf Katolik inancı olarak öğretilir. Doğa, gözlemlediği gibi gereksiz bir şey yapmadığı için, aynı şekilde, bu hayvan da o hayvandan ve aynı şekilde bitki ve hayvanlarla birlikte sorumludur. “Yaşam merdiveni” olarak adlandırılan, tepesinde insan olan on bir basamak var. Orta çağ Hristiyan teorisyenleri, meleklerle ve insanla birlikte Tanrı hiyerarşisine ekstrapolasyon yaparak, bu fikre dayanarak hareket etti. Bu nedenle, genellikle salt Katolik kavramı olarak düşünülen melez Katolik hiyerarşisi, İsa doğmadan önce yaşayan ve ölen Aristoteles’ten kaynaklanır. Aslında Aristoteles, Orta Çağ batı dünyasında kullanılan klasik eğitim sisteminin tam kalbinde yer alır. Aristoteles’in soyut veya somut, modern felsefenin hemen hemen her alanında temel bir fikri, görüşü, öğretisi, keşfi vardır. Etik ilkeleri, sadece iyi olmak yerine, iyiyi yapma kavramı üzerine kurulmuştur. Bir insan kibar, merhametli, hayırsever vb. olabilir ama bunu başkalarına yardım ederek kanıtlayana kadar iyiliği, dünya için kesinlikle hiçbir şey ifade etmez. Elbette Aristoteles hakkında daha da devam edebiliriz ama bu liste yeterince uzadı. Kayda değer birçok söz vardır. Bu yüzden istediğiniz isimleri listeleyin. Kaynak 19, 2011 EğitimBilim Felsefesi Nedir? Bilim Felsefesi Filozofları Ve Görüşleri Nelerdir?Felsefe bütün bilimlerin babası olarak bilinmektedir. Felsefenin pek çok alt bölümü yer almakta olup bu alt bölümlerden bir tanesi de bilim felsefesidir. Bilim felsefesinin ne olduğu ve filozoflarının görüşleri araştırma konusu olmaktadır. Bilim felsefesi üniversite sınavlarında da soru olarak sorulmaktadır. Peki bilim felsefesi nedir? Bilim felsefesi filozofları ve görüşleri nelerdir? İşte bilim felsefesi ile ilgili tüm - 0224 Son Güncellenme - 0224 Güncelleme - 0224Bilim felsefesi içerisinde toplamda 4 ana alt bölüm yer almaktadır. Bu bölümlere yönelik filozofların da görüşleri yer almaktadır. Bilim Felsefesi Nedir? Tam olarak bilim felsefesi bilimin ne olduğu ve bilimin yapısını inceleyen bilimsel bilginin statüsünü ele alan ve bilimsel yöntemlerin anlamını araştıran bir felsefe bölümüdür. Bilim felsefesi aynı zamanda bilginin iç yapısını ve gelişimini de incelemektedir. Bilim felsefesi bilimsel kuramları ele alarak bunların tarihini açıklar ve değerlendirilmesini yapar. Bilim felsefesi bilimin konumunu ve gelişimini de ele almaktadır. Bilim felsefesinin alt bölümleri şunlardır; - Epistemoloji - Estetik - Etik - Ontoloji Bilim Felsefesi Filozofları ve Görüşleri Nelerdir? 1 Karl Popper Karl Poppper'a göre bilim kuramının temeli ele alınmalıdır. Karl'a göre bilimsel yöntem için zorlu bir deney yolundan geçer. Bir bilimsel teorinin yanlış olabilmesi için reddedilebilir olması gerekmektedir. 2 Thomas Kuhn Bilimsel felsefeci filozoflardan bir diğeridir. Thomas Kuhn'a göre bilimsel bilgi doğrusal ya da sürekli olarak devam etmez. Periyodik olarak devam eder. Bir olay olur ve o şekilde sıçrayarak yeni bir bilimsel bilgi ortaya çıkar. Bu sıçramalarına ise paradigma kayması der. 3 Imre Lakatos Imre lakatosa göre bilimde tam olarak hakikat gerçekleşmemektedir. Doğruluğu temin altına almak için genel geçer ya da herhangi bir şekilde evrensel ya da rasyonel yöntemler bulunmamaktadır. Felsefeye Göre Akılcılık Rasyonalizm Nedir? Filozofların Akılcılık Hakkında Görüşleri Nelerdir? Akılcılara rasyonalist göre bizim duyuma indirgenemeyecek birçok bilgimiz vardır. Kant, insan bilgisinin deneyimle başladığını, ama tüm bilgilerimizin deneyimle ilerlemediğini, insan zihninde deneyime indirgenemeyecek, sadece akıldan gelen bilginin olduğunun savunur. Örneğin, ’ 25’in karekökü nedir?’’ sorusunu duyuma değil, akla dayanarak buluruz. Şunu belirtmek gerekir ki, bilginin kaynağı konusunda tüm akılcı filozoflar aynı görüşü savunmaz. Örneğin, Sokrates ve Platon gibi akılcılar tüm bilginin doğuştan insan aklında var olduğunu savunurken, Kant gibi akılcılar tüm bilginin deneyimle başladığını ama bazılarının akılla türetildiğini ileri sürer. Akılcılık aşağıdaki üç görüşten en az birini, her ikisini veya üçünü kabul eder Sezgi/tümdengelim tezi Akılcı düşünürler, bazı bilgilerimizi herhangi bir deneyim olmaksızın bir tür iç-görü olan akılsal sezgi yardımıyla elde ettiğimizi, bu bilgiye dayanarak tümdengelim yoluyla yeni bilgiler türettiğimizi savunur. Doğuştan bilgi tezi Bazı bilgilerimiz, örneğin, mantık ve matematik bilgisi, insan zihninde doğuştan vardır. Doğuştan kavram tezi Bazı kavramlar, örneğin Tanrı, sonsuzluk, mükemmellik, adalet gibi insan zihninde doğuştan bulunurlar. Akılcı düşünürlerin çoğu tümdengelimi akıl yürütmenin, düşünmenin ve bilgi üretiminin bir kaynağı olarak görür. Bilindiği gibi tümdengelim ve tümevarım bilimsel bilgi üretiminde iki genel akıl yürütme yöntemidir. Ne var ki, her iki akıl yürütme konusunda ciddi felsefi tartışma ve itirazlar vardır. Tümdengelim akılcı felsefenin temel bilgi yöntemi olduğu için ona ilişkin açıklamaları sırası gelmişken burada vermek gerekir. Tümdengelim bir akıl yürütme yolu olarak tümdengelim, genel ifadelerden özel durumlara ilişkin çıkarım yapmaktır. Öncül adı verilen önermelere dayanarak sonuç adı verilen bir önermenin bilgisine ulaşılır. Tümdengelimsel bir akıl yürütmenin geçerli olabilmesi için belli kuralların sağlanmış olması gerekir. Bu kuralların neler olduğunu mantık bilimi araştırır. Burada biz bu konuya girmeyeceğiz. Sadece, tümdengelimsel akıl yürütme ile ilgili yaygın bir eleştiriyi dile getirmekle yetineceğiz. Bu eleştiri de, tümdengelimin aslında yeni bir bilgi vermediği, sadece bilinen bir bilgiyi tekrar ettiği iddiasıdır. Felsefe tarihinde bu görüşü ilk kez açıkça dile getiren, aslında kendisi de bir akılcı olan Descartes olmuştur. Descartes, Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde bu konuda şöyle diyor ’Gençliğimde felsefe disiplinleri arasında mantığı, matematik bilimler arasında da geometricilerin analizi ile cebiri biraz incelemiştim. Bunlar, tasarımın gerçekleşmesinde işime yarayabilecek üç sanat ya da bilimdi. Ama, yakından inceleyince gördüm ki, kıyasları syllogismes ve daha bir sürü kurallarıyla mantık, yeni bir şey öğrenmekten çok, bilinen şeyleri başkalarına açıklamak ya da Lullus’un sanatı gibi, bilinmeyen şeyler hakkında bilgi verecek yerde, muhakeme yürütmeksizin söz söylemekten başka bir işe yaramıyor.’’ Gerçekten de tümdengelim yeni bir bilgi vermez mi? Yukarıda Sokrates örneğini yeniden ele alalım. Biz Sokrates’in ölümlü olmasını ’ Bütün insanlar ölümlüdür’’ genel önermesine dayanarak çıkardık. Şimdi şöyle düşünülebilir Aslında ’ Sokrates ölümlüdür’’ önermesi zaten ’ Bütün insanlar ölümlüdür ’ önermesinin içinde vardır. Bir başka deyişle, bütün insanların ölümlü olması, aslında Sokrates2in de ölümlü olmasına bağlıdır. Biz Sokrates’in ölümlü olmasından kuşkulanıyorsak, bütün insanların ölümlü olmasında da kuşkulanırız. Tümdengelimin yeni bir bilgi vermediği iddiası basit tümdengelimler için söz konusu olabilir. Ancak, öncülleri ikiden fazla olan oldukça karmaşık tümdengelimsel çıkarımlarda, sonucu öncüllerde görmek oldukça imkansızdır. Tümdengelime ilişkin bazı felsefi itirazlar olsa da, tümdengelimsel akıl yürütme günlük hayatta, matematikte ve kuramsal fizikte en önemli bilgi elde etme yollarından biridir. Akılcılık açısından asıl tartışma tümdengelimde kullandığımız doğruluğu akıl yoluyla kanıtlandığı kabul edilen temel önermelerin varlığıdır. Örneğin Platon, iyi ideasının doğuştan geldiğini ve herkeste aynı olduğunu kabul ederek devletin de bu ideaya göre yönetilmesi gerektiğini savunur. Demek ki Platon, bir yandan doğuştan bilgilerin varlığını kabul ederek tümdengelimsel yolla devlete ilişkin diğer bilgileri bu ideadan çıkarmaktadır. Bir başka akılcı düşünür Descartes ise yönetimsel kuşkuculuk yoluyla önce kendi varlığını kanıtlıyor, sonra da ona dayanarak çevresindeki varlıkları, Tanrı’nın varlığını ve bilimsel bilgilerin doğruluğunu ispat ediyor.

filozofların eğitim ile ilgili görüşleri