Pulmonerarter, akciğer atar damarı sağ ventrikülden çıkarak ikiye ayrılır ve akciğerlere oksijenlenmek üzere, kirli kanı; karbondiyoksit yüklü kanı getirir. Arterler (Atardamarlar): Kalpten pompalanan kanın tüm vücut hücrelerine taşınmasını sağlarlar. Sadece pulmoner arter dışında bütün arterler temiz kan taşır. KalbinYapısı ve Görevi; Kalp üst kısımda sağ ve sol kulakçıklar, alt kısımda daha büyük hacimli kalın çeperli sağ ve sol karıncıklar olmak üzere dört odacıktan meydana gelmiştir. Kalp yukarıdan aşağıya doğru bir perde ile iki bölüme ayrılmıştır. Kalp ve Yapısı: Kalp çizgili kaslardan yapılmıştır. KanDamarlarının, Çeşitleri, Yapısı ve Görevleri Vücuda kanın ve oksijenin taşınmasına yardımcı olan kan damarları kendi aralarında görevlerine ve yapılarına göre; atardamar, kılcal damar ve toplar damar olmak üzere üç ana guruba ayrılır. DerininGörevleri ve Fonksiyonları Nelerdir ? 20 Kasım 2017, Pazartesi Kan damarlarının iç yapısı, doku tipi ve hücreleri nelerdir ? 09 Kasım 2017 3 Kan damarlarının çeşitlerini ve görevlerini belirtir. 4- Kanın yapısı ve görevlerini açıklar. 5- Büyük ve küçük kan dolaşımını şema üzerinde göstererek açıklar (FTTÇ-4). 6- Kan grupları arasındaki kan alış-veriş şemasını çizer. 7- Kan bağışının insan vücudu ve toplum açısından önemini fark ederek Eritrositler - Alyuvarlar Lökositler - Akyuvarlar Trombositler KANIN YAPISI Kan, damarlar içerisinde sürekli hareket halinde olan canlı bir sıvıdır. Bu sıvı , iki temel kısımdan oluşmaktadır : Plazma ve Hücreler. Plazma kısmı büyük oranda sudan meydana gelir ve içerisinde, besin maddeleri, protei 9aSRgG. Kan Damarları Nedir? Özelliği ve kan damarın çeşitleri Kan Damarları Kanın vücutta taşınmasını sağlayan boru şeklindeki yapılara kan damarı denilir Kan damarları, vücudu bir ağ gibi sararak, oksijence zengin temiz kanın vücuttaki bütün hücrelere iletilmesini ve hücrelerde oksijence fakirleşen kirlenen kanın tekrar toplanmasını sağlar. Kan damarları farklı kalınlıktadır. Yapı ve görevlerine göre atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlar olmak üzere üç ayrılır 1 Atardamarlar Alt odacıklardan pompalanan oksijence zengin kanı organlara taşır. Kan akış hızının en çok olduğu damardır. Kesilmesi durumunda kan akışı fışkırma hâlinde olur. 2 Toplardamarlar Vücuttaki yani organlardaki kanı kalbe getiren damarlardır. Özellikle oksijence fakir kan taşırlar. Kan akış hızı atardamarlara göre daha azdır. Toplardamarlar, atardamarlardan daha geniştir ve daha çok kan taşır. Kesilmesi durumunda kan akışı damlama şekilde olur. 3 Kılcal Damarlar Atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlayan ve vücuttaki hücrelerin arasını ağ gibi saran en ince damarlardır. Atardamarlardan aldığı temiz kanda bulunan besin ve oksijeni hücrelere verir. Hücrelerde oluşan karbondioksit gazı ile zararlı ve atık maddeleri toplardamarlara verir. Kan akış hızı en az olan damardır. Kesildiği zaman kan akışı sızıntı şeklinde olur. Kalpte bulunan oksijence fakir kanın, atardamar ile akciğerlere gelmesi ve burada oksijence zenginleşen kanın toplardamarlar ile kalbe yeniden geri dönüşüne küçük kan dolaşımı denilir. Küçük kan dolaşımı, kanın oksijence zenginleşmesini sağlıyor. Büyük ve Küçük Kan Dolaşımı Kanın kalpten çıktıktan sonra doku ve organlara geçmesi, sonra tekrar kalbe dönmesi nasıl adlandırılır? Kalpte bulunan oksijence fakir kanın, atardamar ile akciğerlere gelmesi ve burada oksijence zenginleşen kanın toplardamarlar ile kalbe yeniden geri dönüşüne küçük kan dolaşımı denir. Küçük kan dolaşımı, kanın oksijence zenginleşmesini sağlar Kalpte bulunan besin ve oksijence zengin kan atardamarlar ile vücuttaki bütün yapı ve organlara gönderilir. Yapı ve organlardaki oksijence fakir kan toplardamarlar ile yeniden geri gider. Vücudumuzdaki bu döngüye büyük kan dolaşımı denir. Büyük kan dolaşımı, temizlenen kanı vücuda dağıtıp, kirli kanın tekrar kalbe dönmesini sağlar. Kan damar çeşitleri ve görevleriKan Damarlarının Çeşitleri ve Görevleri Nelerdir? Fen Bilimleri ders kitabı ödev sorusunun kısaca cevabı Damarlarının Çeşitleri ve Görevleri Nelerdir?Kan damarlarının çeşitleri şunlardır ve görevleri şöyledir;Kan Damar ÇeşitleriAtardamarlar Kalpten pompolanan kanı Kanı kalbe getiren damarlar Atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlar. İnsan vücudundaki damarların toplam uzunluğu 100 km kadardır. [ 1 ] KAN VE YAPISIKan; dolaşım sisteminde dolaşarak organizmadaki tüm organlara ulaşan, onlara metabolizma için gerekli besin ve oksijeni götüren, onlardan topladığı atık maddeleri boşaltma organlarına böbrekler, akciğerler, deri taşıyan canlı sıvı yaklaşık 4-5 litre kan bulunur, bu beden ağırlığının %7-8’idir. İnsan bunun yarısını kaybederse hayatı tehlikeye girer. 2/3 ünü kaybederse yaşayamaz Kan, plâzma denilen bir sıvı ve çeşitli özellikler gösteren katı cisimlerden oluşur. Plâzma, mineral tuzlar, proteinler, glikoz ve üre içerir. Katı cisimcikler ise üç çeşittir Alyuvarlar eritrositler, akyuvarlar lökositler ve kan pulcukları trombositler.Alyuvarların sayısı 1 mm3 kanda ortalama 4-5 milyondur. Bunlar çekirdeksiz çift dış bükey halkalar biçimindedir. Kana kırmızı rengini veren hemoglobin de alyuvarlar içinde yer alır. Hemoglobin, içinde demir bulunan bir kırmızı pigment boyayıcı, renk verici ile birleşmiş bir proteinden oluşur. Kanın pıhtılaşması, kanda bulunan "fibrinogen-fibrinojen" proteininin "fibrin" haline dönüşmesinden kuşlar ve sürüngenlerde alyuvarların her birinin bir çekirdeği vardır. Buna karşılık, memelilerde çekirdek hücreden dışarı atılır. Hücre geliştiği zaman çekirdek kaybolur. Bu durumun gerçek sebebi bilinmemektedir. Ancak, alyuvarların ömrünün kısalığına insanda 3 ay yorulmaktadır. Ölen bu hücreler yerine sürekli olarak yenileri gelir. Memelilerin hayatı boyunca, kırmızı kemik iliği içinde aralıksız sürüp giden hücre bölümleriyle yeni alyuvarlar oluşur. Eskiyen alyuvarlar dalak ve karaciğerdeki bazı hücreler tarafından tahrip edilir ve vücuttan dışarı atılır. Aşırı çalışma, heyecan ve yaralanmaya sebep olan sarsıntılar, alyuvarların artmasına zemin hazırlar. Lökosit adı verilen akyuvarlar, alyuvarlarla birlikte kan hücrelerini meydana vücuda giren canlı cansız her çeşit yabancı maddeyi tanımak ve onlarla savaşmak için görev yaparlar. Bir kısmı doğrudan mikroplarla savaşırken, başka bir kısmı yabancı molekülleri ve mikropları tanıyarak sistemi uyarır, diğerleri de mikropla savaşmak üzere antikor denen spesifik proteinleri üretir. Akyuvarların sayısı daha az olup 1 mm3 kanda 7-8 bin civarındadır. Akyuvarlar tek çekirdekli ve çok çekirdekli olarak iki gruba ayrılır. Lenfositler tekçekirdekliler arasında yer alır. Çokçekirdekliler; nötrafiller, bazofiller ve eozinofiller olarak üçe ayrılırlar. Kan pulcuklarının sayısı 1 mm3 kanda 200-400 bin arasındadır. Akyuvarların yaşam süresi değişiktir. 48 - 72 saat ile yaşam boyu canlı kalabilirler. Çekirdeksiz olan bu küçük öğeler kanın pıhtılaşmasında rol oynarlar. Kanın, damar dışına çıktığında pıhtılaşma özelliği vardır. Bu durum, plazmada erimiş olarak bulunan fibrinojen maddesinin özel bir ferment ile fibrin haline geçerek erimez bir hale gelmesinden ileri gelir. Kanın damar dışında olmasıyla medyana gelen bu fermentiakyuvarlar kana bir yaralanma halinde yaralanan bölgeyi ilk tamir etme ve bu bölgede pıhtı oluşması için bir dizi olayı başlatma görevi olan hücrelerdir. Bu hücrelerin yaşam süreleri 7-9 gibi kan hücreleri kemik iliğinde sürekli olarak yapılan, yaşayan ve ölen hücrelerdir. Bir bakıma kan hücreleri sürekli olarak yenilenen hücrelerdir. Kemik iliği ise sürekli olarak çalışan ve gereksinime uygun miktarda hücre üreten bir fabrikadır. İnsan vücudunda 70 ml / kg kadar kan vardır 70 kg ağırlıkta biri için yaklaşık 5 litre. Bu kanın % 35-40 kadarı hücresel elemanlardan hücrelerden ve “plazma “ adı verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler kırmızı kan hücreleri, lökositler beyaz kan hücreleri ve trombositlerdir. Hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir. Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında görev alırlar. Eğer kan santrifüj edilirse, hücreler plazmadan ayrılır. Hücreler daha ağır oldukları için dibe çökerken daha hafif olan plazma üstte kalır. Kan, içi heparin ile sıvanmış “mikropipet” denilen küçük tüplerde santrifüj edilir. Bu tüpün en alttaki kısmında eritrositler toplanır, bunun hemen üstünde ise çok ince bir tabaka halinde lökositler bulunur, en üstte ise plazma bulunur. Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize özel tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir tabaka oluşur, en üstte ise plazma adı verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan sonuç 100 ile çarpılır. Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositler birlikte yaklaşık 1-2 mm’lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından kaynaklanmaktadır. 1 mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, lökosit ve trombosit vardır. Doğal olarak, sayıca fazla olan eritrositler hematokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır. Hematokrit oranı erkeklerde % 40-50 arasında değişirken, bu oran kadınlarda % 35-45 arasında değişir. Erkeklerde hematokrit oranının yüksek olmasının sebebi, erkeklerdeki toplam kan hücresi sayısının kadınlarınkinden daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Erkeklerde 1 mm3 kanda ortalama 5,1-5,8 milyon kan hücresi varken kadınlarda 1 mm3 kanda 4,3-5,2 milyon kan hücresi vardır. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi kansızlık denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir. Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının yaklaşık yüzde 7 sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bunlar, albüminler, globülinler ve fibrinojendir. Bu proteinlerin kandaki konsantrasyonu, sırasıyla 4,5 g/100mL, 2,5 g/100 mL ve 0,3 g/100mL dir. Proteinler içinde miktar olarak en fazla olan albüminlerdir. Bu proteinler, hücreler tarafından kullanılmak üzere plazmadan ayrılmazlar. Hücreler kendi proteinlerini yapmak için plazma amino asitlerini kullanırlar fakat hiçbir zaman plazma proteinlerini kullanmazlar. Plazma proteinleri plazmanın içinde ya da interstisiyel sıvıda fonksiyon yaparlar. Kısacası, plazma proteinleri, hücreler tarafından kullanılmak üzere plazmayı terk etmezler. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değil serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse Plazma - Fibrinojen = Serum HÜCRELERİ ERİTROSİTLEREritrositler bikonkav disk şeklinde yapılardır. Yani her iki tarafından basık daire şeklindedirler. 7 mm çapındadırlar. Eritrositlerin yapım yeri yassı kemiklerin iliğidir. Eritrositlerin hücre zarı kişiden kişiye değişen özel proteinler içerir, bu proteinler sayesinde kan, A, B, O dediğimiz kan gruplarına ayrılır. Eritrositler hemoglobin denilen ve eritrosit ağırlığının üçte birini oluşturan bir protein içerirler. Bu proteinin görevi O2 taşımaktır, oksijenin yaklaşık % 99’u hemoglobin ile taşınır, geri kalan % 1’lik kısım ise kanda çözünmüş olarak taşınır. Hemoglobin proteini 4 adet hem ve 4 adet polipeptid zincirinden oluşur. Bu polipeptid zincirlerini ikisi a diğer ikisi ise b zincirinden oluşmuştur. Her bir hem grubu bir adet polipeptid zinciri üzerinde yer alır. Oksijeni bağlayan hem grubudur, her hem grubu bir molekül oksijen bağlar, dolayısı ile bir hemoglobin 4 adet oksijen molekülü bağlayabilir. Dört adet O2 bağlayan hemoglobin tümüyle doymuştur, yani artık bir beşinci O2 molekülünü bağlayamaz, buna oksihemoglobin denir. Oksihemoglobin parlak kırmızı renktedir. Oksihemoglobin bağladığı 4 adet O2 molekülünden bir veya daha fazlasını kaybederse, o zaman deoksihemoglobin adını alır. Deoksihemoglobin koyu kırmızı renktedir. Venöz kan arteryel kandan daha fazla deoksihemoglobin içerdiği için daha koyu renktedir. Hemoglobine hiç O2 molekülü bağlı değilse ilk O2 molekülünün bağlanması daha zordur, eğer hemoglobin 2 yada 3 O2 molekülü bağlandıysa 3. Veya 4. O2 molekülünün hemoglobine bağlanması daha kolaydır, buna allosterik etki denir. Bu etkinin sonucu olarak oksijen basıncının artmasıyla hemoglobinin oksijen bağlaması “S” şeklinde ya da “sigmoid” şeklinde artar. Parsiyel oksijen basıncı ile hemoglobin bağlanması arasındaki bu ilişki “oksihemoglobin disosasyon eğrisi” ile gösterilir. Oksijen taşıma kapasitesi belirli bir hacimdeki kanın içerdiği O2 hacmidir. Bu kapasite etkin hemoglobin konsantrasyonuna bağlıdır. Taşıma kapasitesi anemide azalır. Aneminin tipine bağlı olarak, bu kapasite, ya eritrositlerin sayısının azalmasından, ya da, yetersiz veya anormal hemoglobin yapımından kaynaklanır. Kemik iliğinden ayrılan immatür tam gelişmemiş eritrosit, çekirdeği olduğu için bölünme yeteneğine sahiptir, fakat henüz hiç hemoglobin içermez. Gelişme devam ederken eritrosit çekirdeğini kaybeder ve içerdiği hemoglobin miktarı artar. Gelişme tamamlandığı zaman, eritrosit çekirdek de dâhil tüm organellerini kaybeder. Eritrositlerin çekirdek ve organelleri olmadığı için ne bölünebilirler ne de yaşamlarını uzun süre devam ettirebilirler. Eritrositlerin yaşam süresi 120 gündür. Eritrositlerin yapımı için aminoasit, lipid, karbonhidrat gibi olağan besin maddelerinin yanı sıra, ek olarak demir, folik asit ve B12 vitamini de şarttır. Bu maddelerden demir olmadığı zaman, eritrositler normalden daha küçük olur ve görevlerini tam yapamazlar, bu duruma demir eksikliği anemisi denir. Folik asit ve B12 eksikliğinde ise eritrositler normalden daha büyük olur ve yine görevlerini tam olarak yapamazlar, bu duruma da megaloblastik anemi denir. Anemi, normal hemoglobine sahip eritrositlerin toplam sayısının azalmasından, ya da eritrositin içindeki hemoglobinin konsantrasyonunun azalmasından, ya da her ikisinin birlikte olması sonucu ortaya çıkan hastalık durumudur. Diette demir, B12 vitamini veya folik asit eksikliği; kemik iliğinin kanser ya da toksik maddelerle bozulması, yada aşırı kan kaybı, böbrek hastalıklarında eritropietin eksikliği, yada eritrositlerin şekil bozukluğundan dolayı aşırı damla kanı uygun bir boya ile boyayıp mikroskop altında incelediğimiz zaman çeşitli tiplerde lökosit görülür. Lökositler yapılarına ve çeşitli boyalara karşı olan afinitelerine göre sınıflandırılırlar. Buna göre lökositler 3 gruba Polimorfonükler granülositler a Nötrofiller b Eozinofiller c Bazofiller 2. Monositler3. LenfositlerPolimorfonükleer granülositlerin nükleusları çok lobludur ve sitoplâzmalarında çok sayıda granül bulunur. Bu gruptaki hücrelerin bazılarının granülleri “eozin” isimli boyayı tutarlar. Bu hücrelere eozinofil denir. Bir diğer grup bazik boyaları tutar, bu yüzden bu gruba bazofil denir. Bir başka grup ise boyalara özel bir afinite göstermez, bu gruba da nötrofil denir. Monositler granülositlerden biraz daha büyüktür ve at nalına benzeyen tek parçalı bir nükleusları vardır, sitoplâzmaları da daha azdır. Lenfositler en az sitoplâzma içeren gruptur, monositler gibi tek parça ve büyük çekirdek içerirler. Lökositlerin hepsi kemik iliğinde yapılırlar, ancak daha sonraki gelişmelerini kemik iliği dışında çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Bu megakaryosit parçaları sistemik dolaşıma girince trombosit adını alırlar. Hemostazın sağlanmasında yani kanamanın durdurulmasında önemlidirler. Trombositler bir yüzeye yapışma eğilimindedirler, fakat kan damarlarının içini döşeyen normal endotel hücrelerine yapışmazlar. Ancak damarın içindeki endotel bir şekilde hasar görürde altındaki bağ dokusu kollajen açığa çıkarsa, trombositler kollajene bağlanır. Bu bağlanma trombositlerin granüllerdeki içeriği ortama boşaltmalarına sebeb olur. Ortama boşalan bu maddelerden biri olan ADP trombositlerin yüzeyinde birtakım değişikliklerin başlamasına neden olur ve yeni gelen trombositler de bu trombositlere bağlanarak trombosit agregasyonu denilen olaya yol açarlar. Hızla ilerleyen bu olay damarın içinde trombosit tıkacının oluşmasını sağlar. Endotel hücreleri tarafından salgılanan bir protein olan von Willebrand faktörü vWF trombositlerin hasarlı damar duvarına tutunmasını kolaylaştırır. VWF önce kollajene bağlanır ve trombositin kollajene bağlanmasını sağlar. Koagülasyon için trombosit agregasyonu şart olduğu için von Willebrand faktörü eksikliği ya da bozukluğunda koagülasyon bozuklukları görülür. Bu faktörün eksikliğinden kaynaklanan hastalığa von Willebrand hastalığı denir. Trombositlerin kollajene bağlanması, trombosit hücre zarındaki araşidonik asidin tromboksan A2 ye dönmesine neden olur. Bu madde trombosit agregasyonu uyardığı gibi, trombosit granüllerinden diğer maddelerin de salınmasına neden olur. Trombosit tıkacı kan damarındaki sızıntıyı tümüyle önler ve bu tıkaç kontraksiyon ile daha da kuvvetlenir. Trombositler yüksek oranda kontraktil protein içerirler. Kontraksiyon trombosit tıkacının sıkışarak daha kuvvetli hale gelmesini sağlar. Bu olaylar olurken aynı zamanda hasarlı damar duvarındaki düz kaslar da kasılarak o bölgeye gelen kan miktarını azaltır, dolayısı ile o bölgedeki kan basıncını azaltır. Trombosit tıkacı sadece hasarlı bölgede olur ve oradan yayılmaz. Bunu nedeni damar duvarının prostasiklin de denilen PGI2 isimli bir madde sentez etmesidir. PGI2 kuvvetli bir trombosit agregasyon Çeşitli İşlevleri VardırSolunum işlevi Oksijeni akciğerlerden dokulara, dokulardaki susuz karbonu da dışarı atmak üzere akciğere İşlevi Sindirim sonunda bağırsağın emdiği ya da organizmanın kendi kendine yaptığı besleyici maddeleri hücrelere İşlevi Hücresel metabolizma sonucu açığa çıkan artıkların, boşaltım organlarına gitmesini ve Savunma İşlevi İçinde bulunan birçok hücre ile enfeksiyonlara karşı savaşımda ve bağışıklık tepkimelerinde rol Sıvısı Dengesini Sağlama İşlevi Organizma tarafından salgılanan hormon, enzim vb. maddelerin metabolizma tepkilerinde ve bireşim olaylarında biyokatalizörler gibi seçici olarak araya girmesini Düzenleme İşlevi Derin dokulardaki ısı ve suyu bedenin yüzeyine doğru taşıyarak etkisiz sıvı-mineral ve kimyasal dengeyi sağlama, tansiyon düzenleme işlevleri LarousseBüyük LarousseTemel Brittanica Benzer Yazılar İnsan vücudunun su, besin, oksijen ve atıklarını taşıyan kanal ağı sis­temini damarlar oluşturur. Bu kanal ağı şehrin su şebekesi gibi düşünülebilir ve canlılığın olmazsa olmazıdır. Üç tip damardan oluşmuş kanal ağ sisteminde atardamarlar, toplardamarlar ve kılcal damarlar yer almaktadır. Kan damarlarının en iç kısmını endotel tabakası endotelyum sıra yassı epitel hücrelerden oluşan endotel tabakası damarların iç yüzeyini örter ve pürüzsüz bu yüzey kan akışını kolaylaştırır. Kılcal damarlar sadece endotelyumdan yapılı iken atar ve toplardamarların en iç kısmında endotelyum kılcal damar, toplardamar yapısı a ve mikroskobik görüntüleri bEndotel tabakanın üst kısmında damarın özel görevine bağlı olarak ka­lınlığı değişen düz kas tabakası yer alır. Atar ve toplardamarların duvar yapısında yer alan düz kas tabakası, kasılıp gevşeyerek kanın damar içinde ilerlemesini kolaylaştırır ve kanın tüm vücudu dolaştığı büyük dolaşımın gerçekleşmesini sağlar. Düz kas tabakasının kontrolü, oto­nom sinir sistemi tarafından kas tabakası içerisinde yer alan elastik lifler de kasılıp gevşeme hareketinin gerçekleşmesine kat­kı sağlar. Atardamarların düz kas tabakası kan basıncına dayanacak güçte ve kalınlıktadır. Toplardamarlarındaki düz kas tabakasının kalın­lığı atardamarların düz kas tabakası kalınlığının üçte biri ve toplardamarların en üst kısmında bağ dokudan yapılmış olan koruyucu bir dış tabaka bulunur. Bağ doku yapısındaki elastik lifler atardamarda fazla, toplardamarda ise az bulunur. Damarların ısı deği­şimleri karşısında büzülüp gevşemesini kolaylaştıran bu lifler, yaşlılığa ve beslenmeye bağlı olarak elastikiyetini kaybettiğinde damar sertliği ateroskleroz hastalığı gelişir. Damar sertliği hastalığı kan basıncının artmasına yol karıncıklardan çıkan kanı doku ve organlara taşıyan damarlardır. Sol karıncıktan vücudun en büyük atardamarı olan aort çıkar. Aort oksijen yoğunluğu fazla olan temiz kanı, akciğer dışındaki organ ve dokulara karıncıktan çıkan atardamar, karbondioksit yoğunluğu fazla olan kirli kanı akciğere taşır. Bu damar, akciğer atardamarı adını alır. Aorttaki basınç yaklaşık 100 mmHg’dır. Atardamarların gerilme özelliği, kalpten alınan basınçlı kanın dokulara kadar taşınmasında etkili damarlar, hücreler ile kan arasındaki madde alışverişinin ger­çekleşmesi için sadece tek sıra yassı epitel dokudan endotel oluşur. Kılcal damarlar atar ve toplardamar arasında yer aldığından kan vücut boşluklarına dökülmeden kapalı bir sistem içinde vücuda yayılan en ince ve en yaygın damarlardır. İnce çeperli yapısı ve geniş alana yayılmasından dolayı kılcal damarlarda kan ba­sıncı düşüktür. Kılcal damarlar, bu düşük basıncın sağladığı yavaş kan akımı sayesinde, kanın içeriğindeki besin ve oksijenin dokulara daha kolay ulaşmasını sağlar. Aynı zamanda metabolik atıkların da kılcal damarlara verilmesi bu sayede kolaylaşır. Kılcal damarlardaki kan ile hücre doku sıvısı arasındaki madde alışverişi difüzyon ve süzülme ile kanı organlardan toplayıp kalbin kulakçıklarına doğ­ru taşıyan damarlardır. Karbondioksit yoğunluğu yüksek olan kirli kan kalbin sağ kulakçığına, oksijen yoğunluğu yüksek olan kan akciğer toplardamarı ile sol kulakçığa getirilir. Vücudun sağ ve solundan gelen toplardamarlar birleşerek kalbe girer. Bu birleşme yerinde toplardama­rın içindeki basınç tüm damarlar arasında en fazla gerilebilme yeteneğine sahiptir. Bu yüzden gerektiğinde dolaşımın başka bir yerinde kullanıl­mak üzere büyük miktarda kanın depolanması için toplardamar kulla­ toplar ve kılcal damarlarda kanın akış hızı farklıdır. Yapılarındaki kas tabakasının kalınlığı, damar çaplarındaki farklılık, kılcal damarların oluşturduğu yüzey alanının çok büyük olması bu damarların kan akış hızının farklı olmasının nedenleridir. Kanın kılcallardaki akış hızı sani­yede 1 mm kadar, aorttaki akış hızı ise saniyede 40-50 cm kılcallarından geçip toplardamarlara erişen kanın akış hızı toplar­damarlarda artar. Bunun nedeni yüzey alanlarının kılcal yüzey alanından daha az olmasıdır. Tüm sıvılar gibi kan da yüksek basınçlı bölge­lerden alçak basınçlı bölgelere doğru akar. Karıncıkların kasılmasıyla her yöne yayılan bir kan basıncı oluşur ve kanın, en yüksek basınçlı yer olan kalpten uzaklaşmasını Toplardamar, Kılcal Damarların Yüzey Alanı a, Kan Akış Hızı b, Kan Basıncı c GrafikleriKılcal Damarlarla Hücreler Arasında Madde Alışverişi[Starling Starlin Hipotezi]Dolaşım sisteminin en önemli işlevi olan hücrelerle kan arasındaki madde alışverişi kılcal damarlarda gerçekleşir. Vücutta toplam yüzey alanı 500-700 metrekare olduğu düşünülen kılcal damarlar, bu görevi yerine getirir. Kılcal damarlarla hücreler arasındaki madde alışverişi, doku sıvısı ortamında sıvısı; hücreler arası boşlukta yer alan kılcal damarlardan dışarı çıkabilen, birçok organik ve inorganik maddeyi içeren sıvıdır. Doku sıvısı içinde besin maddeleri, üre, ürik asit, kreatin gibi metabolizma ürünleri, çeşitli iyonlar, su, solunum gaz­ları O2, CO2 bulunur. Doku sıvısında alyuvar ve büyük kan proteinleri Kan Basıncı ve Ozmotik Basınç GrafiğiKan basıncı, kalbin kasılmasıyla oluşan sıvı basıncıdır. Kılcal damarlar içindeki kandan hücreler arası sıvı olan doku sıvısına doğru su ve mad­delerin geçişini sağlar. Madde geçişlerini; kan basıncı, kandaki protein osmotik basıncı ve dokular arasındaki sıvıların osmotik basıncı arasın­daki fark damarla doku sıvısı arasında madde alış verişiKılcal kan damarlarında atardamar ucundan, toplardamar ucuna doğ­ru gidildikçe kan basıncı azalır. Fakat kan protein osmotik basıncı, kılcal damarlar boyunca sabittir. Kan basıncının, protein osmotik basın­cından büyük olduğu yerde, kılcal damarlardan doku sıvısına besin ve madde geçişi; protein osmotik basıncının büyük olduğu yerlerde ise kılcal damara atık maddelerin geçişi hızlanır. Kılcal damarlarda gerçekleşen madde alışverişini açıklayan bu olaylar Starling Hipotezi olarak damarların atardamar ucunda kandan dokulara, toplardamar ucunda dokulardan kana madde geçişi basıncı artar veya protein osmotik basıncı azalırsa kanda bulunan plazma sıvısı hücreler arası boşluğa daha çok geçer ve sıvı, hücreler arası boşlukta birikmeye başlar. Buna ödem sıvı birikmesi denir. Kan basıncı düştüğünde, kanın osmotik basıncı yüksek olacağından doku­lar arası sıvıdan kana sıvı girişi hızlanır. Bu durumda hücreler arası sıvı hacminde azalma, kan hacminde artma meydana DolaşımıKalpKalbin Çalışma Mekanizması ve Çalışmasını Etkileyen FaktörlerKan Damarlarının Yapısı ve GörevleriKanın Vücuttaki DolaşımıKanın YapısıKan GruplarıKemik İliği ve Kan Bağışının Önemi KAN DAMARLARI3 çeşit kan damarı vardır *Kanı kalpten doku ve organlara taşır. *Kanı götürdüğü organa göre isim alır. *Akciğer atardamarı hariç, hepsi oksijence zengin kan taşır. *Yapısında bağ doku, düz kas ve epitel doku olmak üzere üç tabaka ile bol miktarda elastik lif bulunduğundan yapısı kalındır. *Elastik lifler nedeniyle yüksek kan basıncına dayanıklıdır ve esnektir. *Yapısında kapakçık bulunmaz. *Kan basıncı ve kanın akış hızının en yüksek olduğu damarlardır. *Aort, kalbin sol karıncığından çıkan ve kollara ayrılarak tüm vücuda oksijence zengin kan ulaştıran en büyük atardamardır. *Kanı, doku ve organlardan kalbe taşır. *Kanı topladığı organa göre isim alır. *Akciğer toplardamarı hariç, hepsi karbondioksitçe zengin kan taşır. .Yapısında bağ doku, düz kas ve epitel doku olmak üzere üç tabaka bulunur. *Az miktarda lif içerdiğinden yapısı atardamara göre daha incedir. *Vücudun alt bölgesindeki toplardamarlarda kalbe doğru tek yönlü açılan kapakçıklar bulunur. *Taşıdığı kanın akış hızı ve basıncı atardamarlardakine göre daha azdır. *Kan basıncının en düşük olduğu damarlardır. *Atardamar ve toplardamarları birbirine bağlar. *Yapısında sadece tek sıralı doku bulunduğundan çok incedir. *Kan ile hücreler arasındaki madde alışverişini gerçekleştirirler. *Yapısında kas bulunmadığından kasılıp gevşeyemez ve bu nedenle kılcal damar ağı boyunca kan basıncı azalır. .Kanın akış hızının en düşük olduğu damarlardır.

kan damarlarının yapısı ve görevleri